Güvenilir insan değilsek ahlak bize ne yapsın...

Farklı zamanlarda bu köşede dillendirildiği gibi, hepimiz biliyoruz ki Hz. Peygamberin en önemli vasıflarından birisi Muhammed’ül-emin olmasıdır. Daha peygamberlik gelmeden önce bile herkes O’nun güvenilir insan olduğu konusunda ittifak halindedir.

Dolayısıyla Hz. Peygamberin “güvenilir” olma vasfı, bütün Müslümanlar için ahlaki bir prensip olmak durumundadır. Peygamberin hayatını örnek almanın anlamı ise, o günün şartlarını motomot aynen bugüne taşımak değil, ahlaki prensipleri yaşadığımız dünyanın diline tercüme ederek ilkesel hale getirmektir.

Hz. Peygamberin Muhammed’ül-emin vasfının günümüz dindarları açısından bir anlam ifade ettiğini söylemek ne yazık ki pek mümkün değildir. Kuşkusuz bunun bir haksızlık olduğunu, hatta dindarlara bühtan olduğunu söyleyenler olacaktır. Ama günümüz dindarlarının sergilediği görüntü bunun tam tersini söylemektedir.

Kabul edelim ki dindarlar olarak ahlaklı ve erdemli olma konusunda iyi bir sınav vermiyoruz. Özellikle ‘dindar’ kimliğinin “muktedir” olmakla eş anlamlı hale geldiği son yıllarda siyasetin adeta dinin sınırlarını bile belirleyen bir güce dönüşmesi, ne yazık ki “dindarlık bilinci”ni fevkalade zehirlemiş bulunuyor.

Eğer yalanın fetva ile meşrulaştırıldığı bir ülkede kendilerini “dindar” olarak tanımlayan insanlar “yeter ki ezan susmasın, bayrak inmesin” sloganlarının arkasına saklanarak başkalarının hakkının-hukukunun çiğnenmesini görmezden geliyorsa orada ahlaktan, dindarlık bilincinden söz edilemez.

Eğer yaşanan derin ekonomik kriz yüzünden insanların çöpten yiyecek topladığı, hatta intihar ettiği bir Türkiye’de, siyaseten imtiyazlı kişilerin 3-4 yerden maaş almasına söyleyecek bir çift sözünüz bile yoksa, dindarlığın sizin için gösteriden öte bir anlamı yok demektir.

Eğer 83 milyonun bir avuç tefeciye mahkum edildiği bir ülkede dünyanın en büyük ihaleleri 5 imtiyazlı kişiye verilmesi karşısında suskun kalmayı tercih ediyorsanız, ahlak ve vicdan sizin mahallenize uğramıyor demektir.

Eğer Boğaziçi Üniversitesi’nde “Akıllı ol oğlum!” diyen polisin yüzüne “Abi sen bu okula copla giriyorsun, ben 550 puanla girdim, daha nasıl akıllı olayım?” diyen gençleri “terörist” olarak gören zihniyete itiraz edemiyorsan, ahlak sana ne yapsın...

Eğer siyasi iktidar kendisi gibi düşünmeyen neredeyse ülkenin yarısını “terörist” olarak ilan ederken, farklılıkların ilahi iradenin hikmet dolu bir tecellisi olduğuna işaret eden ve “Müslümanlar arasındaki görüş farklılıkları (ihtilaf) rahmettir” diyen bir dinin hoşgörü anlayışı sana bir şey söylemiyorsa dindar olmak nasıl bir kıymet ifade eder ki...

Kur’an’da açıkça “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder” (Nisa/58) dediği halde, hukukun üstünlüğünün ve adaletin yok sayılarak hiçbir kanıt ve belge olmadan insanların yıllarca cezaevinde tutuklu kalmasına sessiz kalan bir dindarlık anlayışı olabilir mi?

Yolsuzluğa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe fetvalar icat edip dindarlığı sadece sakal, sarık ve cübbeye indirgeyerek mutlu-mesut yaşayıp giden bir anlayışı hangi ahlaki kriterlerle izah edeceğiz?

Hiçbir beceri gerektirmeyen küçük işler için bile binlerce üniversite mezunu gencin kuyruğa girdiği bir ülkede, nepotizmin (akraba kayırmacılığı) karşısında duyarsız kalmayı, “bizden olanlar” anlayışı ile teselli bulmayı makbul bir dindarlık olarak kabul edebilir miyiz?

Unutmayalım ki Türkiye dahil geniş İslam coğrafyasında, insanlar farklı meşreplere, mezheplere, farklı kimliklere sahip olabilirler, hatta dini anlama ve yorumlamada farklı eğilimlere de sahip olabilirler. Önemli olan bu farklı anlayış ve yorumları ayrışmaya değil, zenginliğe vesile kılabilmektir.

YORUMLAR (98)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
98 Yorum