Yönetilmesi gereken bir sorun olarak göç…

Göç kabaca bir yerden bir yere yerleşmek amacıyla gitmek demek. Gitmenin nedeni zorlama olursa gidene mülteci deniyor, yok eğer daha iyi bir hayat standardını yakalamak için gidiyorsa adı -yine kabaca diyelim- göçmen olarak kalıyor. Göçün nedenlerini, insanların neden kitleler halinde bir yerden başka bir yere gittiklerini açıklayan pek çok teori var. Sosyologlar, siyaset bilimciler, antropologlar bu konuda çok şey yazmış.

Genellikle göçü iten ve çeken faktörlerden söz ediliyor. Yoksulluk, iklim değişikliği, savaş, baskıcı yönetimlerin varlığı insanları göçe sevk eden etkenler arasında sayılıyor. Bir de savaş bile olsa neden insanların hayat standardının daha iyi olduğu yerlere yöneldiği de araştırılmış, ortaya “cazibe” faktörü çıkmış. Ayrıca sorunu sistemsel görenler de var. Ekonomik eşitsizliğin, adil olmayan ticaretin, emperyalizmin göçe neden olduğu söyleniyor.

Göçün alt kategorisi olarak adlandırılabilecek iltica, yani saklanacak yer arama konusunda da literatür zengin. Baskının, yoğun insan hakları ihlallerinin, iç çatışmaların, savaşların yarattığı bu tür yer değiştirmelerle ilgili kapsamlı kurallar, hukuki metinler ve uluslararası örgütler de mevcut. UNHCR, yani Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, küresel çaptaki mülteci sorununun çözümüne çare bulmak için kurulmuş en önemli örgüt.

***

Mülteci sorunu tarih boyunca hep var olmuş ama bu sorunla başa çıkmak için ilk uluslararası çabalar 1921 yılında Milletler Cemiyeti’nin Mültecilere Yardım Komisyonu’nu kurmasıyla başlamış. Maksat Ekim Devrimi sonrası ülkeden kaçan ve devletsiz kalan Rusları korumakmış. Daha sonra bu komisyon başkanlığını yapan Norveçli Fridtjof Nansen’e atfen Nansen Uluslararası Mülteciler Ofisi haline dönüşmüş.

İlerleyen yıllarda farklı örgütler ve düzenlemeler vasıtasıyla savaşlar, müdahaleler, kitle kıyımları yüzünden yerinden edilen insanlar için çareler üretilmeye çalışılmış. Bu insanların üstündeki yük bir nebze olsun hafifletilmeye, temel ihtiyaçları karşılanmaya gayret edilmiş. UNHCR verilerine göre günümüz itibarıyla dünyada adı mülteci olmasa bile zorla yerinde edilmiş 70 milyon 800 bin insan var.

Göç ve iltica günümüzün en önemli sorunlarından biri. Sığınılan ülke açısından da sorun, sığınan insan açısından da. Dolayısıyla da her iki tarafın da çıkarlarını dengede tutacak bir şekilde yönetilmesi, sığınmacıların insan olmalarından, sığınmacı statülerinden doğan haklarının ihlal edilmemesi, ama aynı zamanda sığınılan ülkenin güvenliğinin ve esenliğinin de tehlikeye atılmaması gerekiyor.

Türkiye gibi 4 milyona yakın Suriyeli sığınmacıyı, hukuken tanımı böyle olmasa da mülteciyi ülkesinde misafir eden bir ülkenin işi hiç kolay değil. Ekonomisi, siyaseti ciddi baskı altında. Her kesimden farklı nedenlerle gelen tepkiler var. Kimisi şehrinin, kasabasının, mahallesinin değiştiğinden, gittiği her yerde Suriyeli gördüğünden yakınıyor. Kimisi kendisine ayrılabilecek kaynakların Suriyelilere ya da yabancı gördüğü başkalarına aktarıldığından şikayet ediyor.

İktidarın Suriye politikasının “başarısızlığının” faturası da Suriyelilere kesiliyor. Suriyelilerin işlediği suçlara Türkiye’de sanki hiç suç işlenmezmiş gibi bakılıyor. Pek çok konuda olduğu gibi bilgiden çok önyargılarıyla hareket ediliyor. Zaman zaman kitleselleşen gerilimler ortaya çıkıyor. Bu da Türkiye’nin toplumsal fay hatlarına bir yenisinin daha eklenmesine neden oluyor.

Sorunun mutlak çözümünü beklemek gerçekçi değil. Suriye sorunu çözülse de, Afganistan barış ve istikrara kavuşsa da ya da Mısır ve Irak demokrasiyle yönetilse de Türkiye’ye sığınan, göç eden insanların bir kısmı burada kalmaya devam edecek. Bu yüzden de bizim gerçeği kabullenerek hareket etmemiz, sığınmacıları itmememiz, yabancılaştırmamamız, ötekileştirmemiz gerekiyor.

***

Unutmayalım ki bu topraklarda yaşayan pek çok insan aslında mülteci, bir yerlerden iltica ya da göç etmiş. Mesela benim babaannem Kafkaslardan Gelibolu’ya gelmiş, anneannem bildiğim kadarıyla Üsküp’ten, annemin babası Selanik’ten gelip İstanbul’a yerleşmiş. Eminim hepimizin ailesinde bir yerden bir yere göçmek zorunda kalmış, zorluklar yaşamış insanlar vardır. Suriyeli derken onları düşünelim.

Suriyelileri, hayat hikayelerini bilmeden ötekileştirdiğimiz, sayılara indirgediğimiz insanları anlamaya, kendimizi onların yerine koymaya çalışalım. Savaşın kahramanlık hikayelerinden ibaret olmadığını, insanların öldüğünü, uzuvlarını koptuğunu, yüzlerinin yandığını, evlerin ve hayatların yıkıldığını, sizin-benim gibi insanların anlatılması imkansız acılar çektiğini zihnimizde canlandırmaya çalışalım.

Çünkü çözüm bizde başlıyor, anlayışımızın değişmesi çözümü mümkün kılıyor. Suriyelileri ya da bir başkasını tehdit olarak görürsek sonuçta onları tehdit haline getiririz. Siyasetin aracı haline dönüştürürsek sorunu büyütürüz. Hukukun dışına çıkarsak, onların haklarını ihlal edersek, ülkelerine dönmek istemedikleri halde dönmeye zorlarsak yaptığımız tüm fedakarlıkların unutulmasına neden oluruz…

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum