Unutmak

Unutmak beynin bir faaliyeti mi yoksa ihmal suretiyle icrâ ettiği başka türlü bir eylem biçimi mi?

Zehir mi yoksa şifa mı unutmak?

Unuttuklarımız mı daha çok, hatırladıklarımız mı?

Düşündüğümüz ya da yaşadığımız her dakikayı yazıp/seslendirip kayıt altına alsak unutmayı yok edebilir miyiz? Oldukça şüpheli. Her şeyden önce buna bir ömür ayırmak icab ediyor. Ve ayrıca o deftere veya ses kaydına bakmayı unutmamanın garantisi yok. Hatta her şeyi! kayıt altına alanların bile yıllar sonra ‘vay canına, bunları ben mi yazmışım/yaşamışım’ diye şaşkınlık külahlarını çıkarıp yere vurmaları sıklıkla görülen bilinen vak’alardan.

Psikanalistler çok kafa yordu unutma kavramına. Siyasîler de öyle.

Unutmaya yapışık bir şey daha var: Unutamamak!

Nerden baktığınıza bağlı olarak ikisi de birer acıya ya da sevince dönüşebilir.

Hem çok çabuk unutabildiğimizi, hem de hiç unutmadığımızı gösteren sayısız örnek var hepimizin hayatında. Hafıza-i beşerin neyle ma’lûl olduğu ise sır değil.

Kamusal hafızamızla şahsî hafızamız bazan içiçe geçer, bazan hiç kesişmeyen yollarda gezintiye çıkarlar. Bazan şöyle bir karşılaşıp selamlaşır, geçerler.

Durup dururken hatırlarız bazan. Hatırlamak! O da başka bir mayınlı alan.

Yaşarken sık sık geçmişe çarpmak bir yazgı.

Geleceğe de uzanıp orada birkaç adım atmanın rampasıdır geçmişe çarpmak.

En çok ıskaladığımız ise, şimdi!

İki ucundaki iki geniş geçmiş/gelecek alanı sebebiyle şimdi ve burada olmak özel bir çaba istiyor. Geçmişte ya da gelecekte olmak daha konforlu ve kolay. Şimdi ve burada olmak sanıldığı gibi sıradan bir şey değil.

“Vaktin çocuğu” sürekli doğuyor ve ilgi istiyor, mümkün değil hep cevap vermek.

Bir şarkı vardı neydi o?

Bir çift göz vardı hani, hatırla.

Hatırlar mısın? Çiçektik çok.

Büyük bir devrim olmuştu, ne olmuştu sonra?

Herşeyi, acımadan mavi sulara gömen, yıldızlı samanyoluna savuran ve zaten hiç olan bireyi daha da hiçleştiren zaman neyin şarkısını söylüyor?

Bombalar ve bankalar aynı hızla aynı yöne giderken neyi hatırlamalı?

Unutmadan söyle bana. Ben hatırlamadan bir güzel günün içine batan güneşi, söyle.

İç açma aşamaları

1. Derin nefes

2. El yüz yıkama

3. Gökyüzüne bakma

4. E hala daha açılmadıysa yapacak bir şey kalıyor bağıra bağıra ağlama.

Cümleye şöyle başlarlar boşver düşünme artık olanları önce otur şuraya bi sakinleş sonra derin bi nefes al. Gel istersen elini yüzünü yıkayıp gökyüzüne bakalım. Hadi tamam kendini tutmana gerek yok bağıra bağıra ağla kimse duymaz seni hem için de açılır.. diye teselli edenlerimiz her zaman yakınlarımızda. İçimiz dışımıza çıksa da yakınlarımızda. İyi ki varlar... içinizi açanlarınız çok olsun, kapanmayan içler... tabi mümkünse.

“Yarlığ” kelimesi

Mevlânâ’yı okurken , bazen hiç beklenmedik bir yerde gazel bir Türkçe kelime karşımıza çıkar; ‘yarlığ’ kelimesi de bunlardan biridir. Bediüzzaman Füruzanfer’in hazırladığı baskının 2512 sayılı gazelinde; “Senin lütfunun yarlığı önünde, bizim suçumuzun ne hükmü olur” mısraını görünce sandıktan çıkmış eski bir Türk işlemesiyle karşılaşmış gibi oldum. Yarlığ kelimesinin verdiği zevki de siz okuyucularla paylaşmak isterim: Yarlığ, ferman ve buyruk demektir. Hüsrev Hatemi- Kelimeler Kitabı-Dergâh Yayınları

Sebeplere bakmadan sonuçları yargılamaktan vazgeçelim artık.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum