En parlak modeli inşaat olan bir sistem

Hükümetin sosyal konut projesinin ötesi berisi tartışılsa da büyük bir etki yarattığı muhakkaktır. Türkiye ağır bir ekonomik krizden geçerken ve dar gelirli kesimler umutsuzluk içinde yaşarken böyle bir imkana kayıtsız kalınması mümkün değildir. Arazi payını devletin üstlendiği bir modelde herkes imkanlarını zorlayarak konut sahibi olmak ister. Nitekim hergün artan müracaat da hem proje hedefinin hem de siyasi hedefin tutturulduğunu gösteriyor. Projenin bir seçim hamlesi olduğu aşikar ama aynı zamanda topluma dokunan, yoksul kesimleri yakından ilgilendirdiği de bellidir.

İlgi şaşırtıcı değil çünkü ev sahibi olabilmek hayaline hitap eden her vaadin karşılığı vardır. Uzak, hatta gerçekleşmesi zor bir hedef bu kadar yakınlaşınca talep oluşur.

Gayet tabii seçim atmosferine girildiği sırada düğmeye basılması meselenin siyasi yönünün konuşulmasını kaçınılmaz kılıyor. Bu proje seçim kazandırmaya yetmez ama hükümetin hala iş görebilir olduğunun göstergesidir. İş görebilirlik başka hangi işte maharet sergilediği başka… Mesele şu ki hükümet işler yolunda giderken de şimdi olduğu gibi sarpa sardığında da aynı iş görme enstrümanını kullanıyor: İnşaat… 20 yıl geçti, en büyük iddiayı hala inşaat üzerinden ifade edebiliyor. Türkiye’nin öncelikle çok sınırlı kaynaklarını katma değer yaratan alanlarda kullanması gerektiği apaçık ortadayken dönüp dolaşıp aynı adrese mahkum olmak hali bir türlü değişmiyor. Türkiye, aynı kaynaklarla yatırım tercihlerini çeşitlendirmiş olsa birçok sektörde dünya ticaretinde rol sahibi olabilirdi. Kalıcı bir istihdam sağlayabilir ve ihracat hedeflerini kolaylıkla tutturabilirdi. Cari açık kabusu görmez ve hatta döviz kuru riskini bertaraf etmek için, mesela 128 artı 75 milyar dolar para heba etmezdi. Dünya için daha değerli ve vazgeçilmez bir ülke olurdu.

Bilindiği gibi hükümet bu yoldan yürümedi… Borçla ve üstelik maliyeti yüksek borçla dönebilen bir ekonomi 20 yıl önceliği inşaata verdi, şimdi de gelip sıkıştığı nokta yine aynı oldu.

Peki bu cömert tercihin fizibilitesi ne kadar rasyoneldi? Kaynaklarının büyük kısmını inşaata ayıran bir ülkenin yakın ve ciddi deprem tehlikesi karşısında hala çaresiz olması da en iyi bilinen işi olan inşaatın bile fizibilitesizliğini ortaya koyuyor. Büyük kaynaklar harcandıktan sonra hiç olmazsa kentsel dönüşümün üstesinden gelinebilirdi, olmadı. Çünkü diğer alanlarda olduğu gibi burada da ciddi ve derin problemlerle yüzleşmek kabiliyeti yoktur. Oysa, deprem riski taşıyan binalar 20 yılda rahatlıkla dönüştürülebilirdi ve mesele rant ise betonlaşmanın üreteceği rantın daha fazlası bu sayede temin edilebilirdi. Zira, başta İstanbul olmak üzere deprem riskinden arınmış şehirler topyekun değerli hale gelmiş olurdu. Kaldı ki insan hayatından daha büyük rant da olamaz… Yapılmadı çünkü toplumu gerçekle yüzleştirip onun önüne kalıcı bir refah koymak iktidara zor geliyor. “Arazi benden, gerisi senden” modelinin cazibesi galebe çalıyor.

Bir ülke düşünün en büyük meselesi deprem ve en çok parayı da inşaata ayırıyor ama hala en küçük sarsıntıda yıkılma riski taşıyor. Gözünün önündeki büyük problemi çözmek için adım atamıyor, aksine üzerine daha kötü trafik ve çevre doğuracak, kötü şehirler yapmaya devam ediyor. Hükümetin sosyal konut projesinin detaylarında kusur aramakla geçen gereksiz vakit, bizatihi bu yanlış politikanın konuşulmasını engelliyor. Politikanın yanlış olduğunu hatırlatmakta ısrar edenler de fakir fukaranın iki oda bir salon evine göz koymuş oluyor!

YORUMLAR (86)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
86 Yorum