Kül yiyen adamdan bir ülke...

İnsanın ilk yapısı üç taşla başlar. Benzer büyüklükteki taşlarla üçgensi bir yapı çattığınızda ateşi ehlileştirilip ocak haline sokabilirsiniz. Dilimizde evin aynı zamanda ‘ocak’ kelimesiyle karşılanması sebepsiz değil. Ocak ateşle tüter. Ateş pişirir, doyurur, ısıtır. Duman çıkan yerde ateş vardır. İster bir obanın ortasında ister müstakil bir evde bulunsun ocak, zamanla olabildiğince imgeleşir, kadın ile erkeğin birlikte yaşama istencinden yayılarak toplumsal karaktere bürünür. ‘Ocak’ hayata duyulan saygıdan dolayı kutsaldır. Bu sebepten şifa kisvesi bile kazanır zamanla. Anadolu’da kimi evler şamanist veya eski uygarlık kalıtlarından olacak ‘ocak’ kabul edilir. Bazı hastalıkların çaresi oralarda aranır. Çocukluğumda o evlerden gönderilen küllü ekmekler yedirilirdi sıkıntısı olanlara. Sanki kül, o ocağın katışıksız en saf ruhu sayılırdı. Kötülüklere ve hastalıklara iyi geldiğine inanılırdı. Belki de dünyanın asıl ‘seviyesi’ küldü. Kül, evin hafızasıydı.

Yaşadığımız bu büyük yıkım günlerinde yanmış yıkılmış ‘ocağının’ önündeki külü yiyip de başına yüzüne süren adamı görünce ürperdim. Efsanevi kaknüs kuşunun küllerinden kendisini yaratma isteği Doğu’nun bitmeyen mitlerinden sayılır. Yokluk en sert halde bile varlığa yol verebilir. Ne var ki bir insanın acının en absürt sınırına varışıdır kül yemek. Bir toplumun birbirine karşı sorumlulukları sadece doyurma ve giydirme amacına indirgenemez. Öyle bir şuur hattı olmalıdır ki toplumsal ilişkilerde insanlar birbirlerinin inisiyatifine bırakılmadan korunmalıdır. Bir ülkenin maddi ve manevi kaynakları ortaktır ve eşit paylaşıldıkça orada medeni bir düzen kurulabilir. Şu veya bu sebepten bir toplum bir insanı kül yeme durumuna getirmişse hadise sadece kül yiyen insanla izah edilemez. İnsan bir başına küllerinden doğamaz.

Kül yiyen adamın acısını görüp de uykuya dalmak ve uzandığı yatağın dişlerinden kurtulmak mümkün mü? Kolektif şuurun eylem olup işe koyulması böylesi duyuşları canlı tutması gerekir. İnsan ruhunun her zaman maddesinden daha ağır olması gibi kül yiyen adam da evinin, ocağının, ailesinin maddesinden geri kalan ruh saydığı küle eğilmiştir farkına varmadan. Bu ister bir gelenek olsun ister ilkel bir bilinç, ne fark eder? Diğerleri, biz, hepimiz o kül yiyen adamın ocağını çökmekten kurtarmış sayılamayız. Üstelik o külü bizim yerimize de yemiş olmaz. Eğer öyle olsaydı bu hali ortak bir arınma diye düşünecektik. Ki kül bir arıtma malzemesidir Anadolu’da. Özellikle meşe külü asırlarca çamaşır ve ev malzemesi temizliğinde kullanılmıştır. Küllük, evin olduğu kadar fırın gibi bazı yapıların da en kıymetli yeridir. ‘Külhanbeylik’in geçmişine bakmak bile yeterlidir. Ama önümüzdeki fotoğraf bu kez başka. Kül tarih denilen yanlışın en çarpıcı enkazı.

‘Tek sayıların aslı üçtür’ derken tam olarak neyi imler İbni Arabi bilmiyorum ama, insanın o üç taşla kurduğu ve sonra tabiata yaydığı yerleşim fikri zamanla büyük deformasyona uğramış, varlık birlik aleminden koparılmış, sanayi çağıyla birlikte insanın yer ve yurt hakkı kapital tarafından gasp edilmiştir. Proudhon’un ‘Mülkiyet Nedir’ kitabında tartıştığı üzere, bir insanın doğadaki mülkiyet hakkının gaspı diğerlerinin onayı, pardon hesabı olmadan gerçekleşemez. Öyleyse, düşünen ve bir zamandan geçişinin tesadüfen olamayacağının idrakinde bulunan bir toplum, depremde başına çöken ve beton molozlar sebebiyle kül bile bırakmayan ‘ocaklarda’ niçin yaşadığını düşünmek zorundadır. Böylesi halde önünde kül bulan adam nispeten daha şanslıdır. Derin bir acıyla ağzına külü götürüp de yüzünü başını külle ovalarken çok sert bir sağaltım halindedir.

Biliyor, görüyor ve inanıyorum ki ellerinde güç tutanlar şu kül yiyen adamın önümüze koyduğu gerçeği bir türlü anlamaya yanaşmayacaklar. Sadece insanın değil bütün canlıların yuva hakkını da hesap etmeyecek onlar. Dünya doymak bilmez kapitalistlerin ve maneviyat iddiası taşıyan muhterislerin eliyle daha da ocaksızlaştırılacak. Tabiat ne kadar yenileme ve aklını başına toplama imkanı sunarsa sunsun sonuç değişmeyecek. Maddi veya manevi bir sıkıntıya düştüğümüzde bize içine kül serpilmiş bir ekmek gönderecek ev de bulamayacağız. Oysa üç taşı yan yana getirip bir ocak çatmak ve ateşi terbiye ede ede insan kalmak için bir ocağa evrilmek o kadar zor olmadığı kadar pahalı da değil. İnsanın asıl kurtuluşu neyi kaybettiğini hatırlamasıyla başlayacaksa kül yiyen adamı yeniden düşünmek ve hafızamızda tutmak zorundayız.

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum