Kırk yaş altı kırk yaş üstü!

Ülkece gücümüzü siyasi atışma-zıtlaşma-çatışmalarla harcama konusunda üstümüze yok. Her şey dönüp dolaşıp siyasette düğümleniyor. Biraz derine indiğimizde dini de laikliği de Atatürkçülüğü de algılamamız samimiyetten çok siyasetle ilgili. Bunun bana göre başat sebebi Türkiye’nin hala göçebelik-köylülük ve kasabalılık sarmalında bocalayıp durması ve bireyselleşememesi. Önce kendimiz olamadığımız için başka şeyler olmak zorunda kalıyoruz; Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Kayserili, Çorumlu, ocu, bucu vs...

Bireyselleşemediğimiz ve hukuk gerçek manada hem zihnimize hem de topraklarımıza bir türlü uğramadığı için de kendimizi hemşericilik, dindaşlık, mezhepçilik, particilik, bölgecilik, ırkdaşlık vs. ile güvence altına almaya çalışıyoruz.

Yeni nesilde bu tür değerler hızla erozyona uğrasa da Türkiye’nin kaderi hala büyük oranda bireyselleş(e)meyen 40 yaş ve üstünün elinde. Aslında dünya’da da ülkelerin kaderi orta ve üstü yaşların elinde. İngiltere’nin AB’den çıkması kararına, bir grup İngiliz genci aynen şu cümlelerle isyan ediyordu: “Orta yaşlılar bizim geleceğimizi çalıyorlar,”

Yeni nesiller ile önceki kuşaklar arasında çok ciddi farklar olduğu açık. Bizim için çok, çok büyük anlamlar ifade eden pek çok değerin -açıkça ifade edemeseler de- gençler için pek bir anlamı yok. Bu değişim iyi bir şey mi tartışılabilir ama olumlu olduğu kesin, çünkü eski nesiller olarak hep kavga ettik.

Sağ-sol, Alevi-Sünni, Laik-Antilaik ve daha birçok farklı adla kavgalar edildi ve hala bu kavgaları sürdürmeye ve gençleri de bunun bir parçası haline getirmek isteyen çevreler var.

Son günlerde seçim havasına girilmesi ile bir umut hala eski yaraları kaşıyanlar var. Eğer gerek siyasiler ve gerekse bu odakları durdurması ve etkisizleştirmesi gereken yetkililer üstlerine düşeni yapmazlarsa olayların nereye gideceğini kimse bilemez. İş bir bakmışsınız gaz almayla kalmaz ve biz de Suriye benzeri bir bataklığa saplanmışız...

***

Dedim ya, gençlerin çoğunluğu büyüklerin izlerinden gitmiyor, daha çok gidiyormuş gibi yapıyorlar. Bunun en bariz örneği evlilikler. Bugünün orta yaş üstü -geçmişte- genelde evlilik için ailesinden onay almak durumunda idi ve bu onay işi çoğunlukla kiminle evlenileceğine karar verilmesine kadar giderdi. Şimdi herhalde bu konuda en az etkili kesim büyükler, büyüklere daha çok tercihleri onaylamak kalıyor.
Türkiye 70’li, 80’li yıllardaki köyden kente göçün bir başka versiyonunu 2000 sonrası yaşadı. Büyük halk kitleleri sanayi şehirlerine yığıldı. 5-10 bin kişilik kasabalar 150-200 binlik şehirlere(!) dönüştü. Bu arada Türkiye nüfusunun çok büyük bir kısmı Marmara bölgesine yığıldı.

Bu yığılmanın hayırlı neticeleri de olmadı değil. Taşra hikayelerinde yaşayan insanlar devletinde, seçkinlerin de gözlerinin önüne gelivermiş oldu. Ne dindarların ne Alevilerin ne de Kürtlerin öyle uzak diyarlarda, gitmesek de görmesek de orada, uzakta bir yerlerde yaşadıkları romantizmi(!) kalmadı.
2000’li yılların belki en büyük farkı geçmiş göçlerden farklı olarak gelenlerin kendi gettolarını kurmak yerine daha karışık olarak yaşamaları oldu. Binlerce kişinin çalıştığı fabrikalarda tüm farklılıklar bir arada çalışmaya başladı. İnsanlar düne kadar selamlaşmadığı sadece mahalle kahvesinde ve haberlerde ara sıra adını sanını duyduğu sosyal gruplarla birebir etkileşime girdiler.

Tabii ki bu yakınlık iç içeliği de getirdi ve sert itirazlarla başlasa da gruplar arası evlilikler arttı.
Hiç unutmuyorum, tanıdığım bir büyüğümüz kızının tayini Van’a çıktığında “Ben Kürtlerin arasına kız göndermem” diyerek kızına engel olmuş, ben de kendisine “Hocam ya kızın yarın bir Kürt ile evlenmek isterse ne yapacaksın? Büyük konuşma…” dediğimde bana “öyle şey olmaz” diyerek kızmıştı. Takdiri ilahi sevdiğim bir arkadaşımı evliliğini tebrik etmek için ziyarete gittiğimde yaşadığım şaşkınlığı hala hatırlarım. Bizim Hocamız kızını Kürtlerin arasına göndermemişti ama kızı bir Kürt genci ile babasına rağmen evlenmişti!..

Ne gariptir ki toplum dindar Ak Parti iktidarında fazlası ile sekülerleşti. Artık mezhepler arası evlilikler geçmişte hiç olmadığı kadar fazla. Çünkü, insanlar yukarıda dediğim gibi çok önemsedikleri değerleri çocuklarına aktaramıyor ya da olduğu gibi kabullendiremiyor. Günün şartları da eskisi gibi gruplar arasında sıkı duvarlar örülmesine izin vermiyor. Tabii ki de en önemlisi aslında sahip olduğumuzu ve önemli gördüğümüzü iddia ettiğimiz değerleri gerçekte çok az taşıdığımız için gençlerde söylem-amel uyuşmazlığını rahatlıkla fark edebiliyorlar.

Bu durumun Türkiye’nin hayrına olduğu kesin ancak yarattığımız değerler boşluğunun adalet, eşitlik, hak-hukuk bilinci vb. ile doldurulması gerekiyor. Aksi takdirde çocuklarımızın bireyselleşme ile bencilleşme arasında sallantıda kalmalarının bizi daha kötü yerlere sürükleyebileceğini anlamak için kâhin olmaya gerek yok...

YORUMLAR (21)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
21 Yorum