Ekran başına

Bu akşam Türkiye’nin çok büyük çoğunluğu ekran başında iki adayın tartışmasını izleyecek.

Devlet Bahçeli, İsmail Küçükkaya’ya kızdığı için izlemeyecek ama çok büyük çoğunluğun izlediğini reytinglerde göreceğiz.

Bu akşamki tartışmanın seçim sonuçlarına etkisinin çok sınırlı olacağını düşünüyorum; tercihler büyük çapta oturdu çünkü.

Yine de çok önemli. 17 yıl aradan sonra İmamoğlu ve Yıldırım’ın şahsında demokrasinin gereği olan bir tartışmayı izleyeceğiz.

Başka bir önemli konu da 31 Mart’a giden yolda ne kadar çok zırva dinlediğimiz ortaya çıkacak. Zaten olabildiğince ılımlı dil kullanmış olan adaylar bu akşam ekranda daha dikkatli konuşacak.


PONTUS, ZİLLET VE SAİRE
Türkiye’yi “beka” derdine düşmüş bir ülke gibi gösteren haksız ve gerçeksiz propaganda resmen terk edildi zaten. Duyguları alabildiğine körükleyen tantanalı mitingler de yapılmayacak.

Bakanlık yapmış adamlardan bile duyduğumuz “hain, terör işbirlikçisi, Yunan, Pontus” gibi zırvalar ve “zillet, çamur, çukur” gibi hakaretler de büyük çapta bırakıldı.

Gerçi AK Parti İl Başkan Yardımcısı “İstanbulu konstantinopolismi sandın yunan evladı” diye tweet attı ama bu çirkin söylem artık tepelerde bırakıldı. (İmlası sahibine ait)

Çünkü hamasetin alabildiğine körüklendiği tantanalı mitinglerin, böyle seviyesiz suçlamaların oy getirmediği, hatta kaybettirdiği görüldü.

Zaten Bülent Arınç daha 6 Mart’ta ““Şu anda ülkede beka diye bir sorun yok. Nereden çıktı bu beka meselesi. Seçim stratejimiz doğru değil” diye konuşmuştu. Binali Yıldırım da 4 Mart’ta “gaza gelmeyin, bu bir ölüm kalım meselesi değil, belediye seçimi” diye uyarmıştı. Fakat etkili olamamışlardı.

O propaganda sözlerini gerçek sananlar şimdi “gaza gelmişiz” diye düşünüyor mudur?

‘HUKUK DEVLETİ?..’

Elbette ateşli taraftarlar olur ama demokrasi “makul kitleler”in rasyonel hakemlik yapabilecek yaygınlıkta olduğu toplumlarda sağlıklı işliyor.

Öfkeli mitingler ve nefret içeren nutuklar kutuplaşmayı körüklüyor; böyle TV’lerde yüz yüze tartışmalar ise makul konuşmaları, ılımlı tavırları teşvik ediyor.

Bizde son olarak 2002 seçimleri öncesinde Uğur Dündar’ın moderatörlüğünde Tayyip Erdoğan ve Deniz Baykal’ı izlemiştik; ikisi de makul ve ılımlıydı.

O zaman Milliyet’te yazıyordum. 25 Ekim 2002 günlü Milliyet, 17. sayfasını buna ayırmıştı. Aynı sayfada benim köşe yazımın başlığı şöyleydi? “Hukuk devleti?..”

19-06/16/ff.jpg

‘Hukuk devleti’ ve soru işareti!..

Dönemin ünlü savcısı Nuh Mete Yüksel, “Alman Vakıfları Türkiye’yi bölmek ve laikliği yok etmeye çalışıyor” diyerek, yeni kurulmuş Ak Parti’nin kapatılması için dava açmıştı.

Ben de birçok yazımda olduğu gibi hukukun üstünlüğünü savunuyor, Ak Parti’yi kapatma davasının anayasaya aykırı olduğunu belirtiyor, savcıya AYM’nin 1997/3 no’lu kararını hatırlatıyordum...

17 YIL GEÇTİ

Aradan 17 yıl geçti, ne kadar yol aldık?

Bazı konularda ilerledik, bazı konularda geriledik.

Komplo teorileri ve hukukun siyasi amaçlar için araç olarak kullanılması değişmedi.

Seçimlerde kazanan, kaybeden kim olursa olsun, hukuku siyasetten üstün tutan geniş bir kamuoyu olmalı değil mi?

Bu akşam ben bol keseden vaadlere değil, belediye harcamalarının “şeffaf” hale getirilmesi konusuna odaklanacağım. Yönetim hukukunun önemli bir konusudur bu.

YORUMLAR (93)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
93 Yorum