Biz giderken Beşir Hoca geliyordu
“Sen giderken biz geliyorduk” diye bir laf var, bilirsiniz.
Hemen çağrışım yaptı, “Senin bildiğin kadar benim unuttuğum var”ı hatırıma getirdi.
Niçin söyleriz “Sen giderken biz geliyorduk”u?
Tecrübeyi, kıdemi vurgulamak için.
Senin geçtiğin yollardan biz çook önceden geçtik demek için.
Bir ay olmuştur, Beşir Atalay Hoca’nın hatıraları çıktı. “Dünden Bugüne Anılar.”
“Sadece Yaşayıp Yazdıklarım.” (Kapı Yayınları.)
Beşir Hoca ile aramızdaki kuşak farkı “Sen giderken biz geliyorduk” lafına çok uygun.
Gerçekten, nereye gidiyorsak, biz giderken Beşir Hoca geliyordu.
Anılarını okurken gördüm, bizim yürüdüğümüz, geçtiğimiz bütün yolları bizden önce yürümüş.
Bir farkla. Önemli bir farkla.
Kendi payıma söyleyeyim. Daha ne yaptığının farkında, daha çalışkan, daha disiplinli biri olarak.
Beşir Hoca’nın adını ilk Eskişehir’de işittim.
Muhtemelen Atasoy (Müftüoğlu) Abi’den. Sonra da dostum Mustafa Işık’tan.
Amerika’da öğretim üyesiydi, Mavera’da (Mavera sonradan bazı şirketlere, inşaat yapan kuruluşlara ad olarak verildi, karışmasın, Mavera Dergisi’nde) Ahmet Çağlar müstearıyla yazıyordu.
Mustafa’nın, Beşir Atalay’ın Erzurum’un abisi olduğunu söylediğini de iyi hatırlıyorum.
Kredi Yurtlar Kurumu’nun ‘kredi’leri öğrenciler için çok önemliydi. O zamanlar diyeceğim, herhalde şimdi de önemlidir.
Krediye müracaat ederken birinin kefil olması gerekiyordu.
Memleketin dört bir tarafından Erzurum’a okumaya gelmiş öğrenciler.
Nereden bulacaklar Erzurum’da kefili?
Mustafa’nın dediğine göre herkesin kefili ‘Beşir Abi’ydi.
Beşir Bey’in hatıraları benim hatıralarımı depreştirdi.
O yıllarda seyahat etmeyi severdim.
Bursa’da arkadaşlar var mesela, gidersin, bir iki gün onlarla hemhal olursun, Sur’da vakit geçirirsin, günbatımında Emir Sultan’dan ovayı seyredersin… (Bu arada, Sur dediğim de kitabevi. Kitabevinde de Mücahit Koca var. Bursa küçük bir paragrafla bitmez, unutmayalım da bir gün yazalım.)
Veya Konya’da, Balıkesir’de, Kayseri’de, Erzurum’da… Hatta Kırıkkale’de.
Kırıkkale deyip geçmeyelim.
Fehmi Karakaya, Haydar Keskin, Fehmi Kayabaşı, Cemil Dilsiz, daha birçok güzel adam, hepsi orada.
Bir gün de Ahmet Arıca’yla gitmiştik Kırıkkale’ye.
Ne güzel adamdı Ahmet abi.
‘Yedi Güzel Adam’ şöhret buldu bulmasına, gerçekten güzel adamlardı, fakat yüzlerce güzel adam arada kaynadı gitti.
Bir kış mevsimiydi. 1983 olabilir. Erzurum’a yolum düştü. İki akşam, (belki de üç akşam) Mustafa Çelik’lerin evinde kaldım.
Kulakları çınlasın, Selami Camcı da aynı evdeydi. Eyvaah! Mahmut Balcı vefat edeli 6 sene olmuş. Zaman ne kadar da çabuk geçiyor!
O da aynı evdeydi.
Tanıdığım en güzel doktor, mesleği tarafından yutulmamış, Kubilay Örten, aynı evde değildi. Şenel Yediyıldız’la birlikte çarşı içinde bir taş evde kalıyorlardı.
Hepsi öğrenci. Hepsi mezun olmaya yaklaşmış.
Bizim 80 öncesinde uğrak yerlerimiz evvela kitabevleriydi. Sonra arkadaşlarımızın evleri.
Bir de dernekler, MTTB, Akıncılar, Diriliş.
80’den sonra bir tek kitabevleri kaldı.
Erzurum’da arkadaşlar Üniversitedeki hocalarla organize olup güzel işler yapmışlar.
İhsan Süreyya Sırma’yı, Yusuf Ziya Kavakçı’yı, Ruhi Özcan’ı… Hepsi Profesördü. Vakıfta ders veriyorlardı.
Mesela İhsan Süreyya Hoca’nın dersinden hatırımda kalan.
Tunus’ta konferans verirken salondan bir genç, Osmanlı’yı kastederek “Müsta’mır” diye bağırmış.
Müsta’mır, sömürgeci demek.
İhsan Hoca da “Ben sömürgeci olsaydım şimdi sen benimle Fransızca konuşmazdın, Türkçe konuşurdun” diye cevap vermiş.
Bugünlük burada bırakalım. İnşallah haftaya devam edelim.
Beşir Hocam inşallah kızmaz, kendi hatıralarımı anlattım diye.














