‘Bu gidişle Kabe’ye varamazsın’

Bir şeyi, evvela kendin anlarsın. Sonra güzel güzel anlatırsın. Böylece anlattığın şeyi insanlar anlarlar ve kabul ederler. İnsanlar kabul edince mutlu olurlar, eski mutsuzluklarından kurtulurlar. Doğru bir şeyin kabul edilmesine sebep olduğun için sen de mutlu olursun. Herkes birbirine anlatır, bütün dünya mutlu olur. Ondan sonra sen sağ ben selamet.

Zaten dünya mutlu olmak için seni dört gözle bekliyordu, Doğu, Batı bunalımdaydı, insanlığın derdine çare olmaktan iyice uzaklaşmışlardı, ne güzel, sayende kurtulacaklar.

Sayende Zanax’tan da kurtulacaklar!

Var mı acaba öyle bir dünya?

Belki vardı.

Gerçekte değil. Gerçekte hiç olmadı böyle bir dünya.

Peygamberler bile istifade edemedi öyle bir kolaylıktan.

Gerçekte yoktu da, bizim kafamızda biraz vardı.

Gençlik yıllarımda bu tür düşünceleri bir müddet taşıdığımı hayal meyal hatırlıyorum.

Anlatıyorum. İnsanlar ikna oluyor. Aaa! İyi böyle. Olucak galiba. Sen devam et.

Sonra gördüm tabii. Hatta şimdi çok eminim.

Oğlum, anlattığın, insanları ikna ediyorum zannettiğin şeyi henüz sen bilmiyorsun.

Bir zarf uzatıyorsun, mazrufu sorsalar çuvallayacaksın.

Dua et, insanlar sana ikna olmasın.

Çünkü ikna olurlarsa, sende bile mevcut olmayan bir şeye ikna olmuş olacaklar.

Doğancan Özsel’in Birikim’deki ‘İslami Rönesans’ yazıları beni işte böyle acayip yerlere götürdü.

Hocalar anlatacak.

Her yerde, her zaman anlatacak, anlatacak, anlatacak.

Neyi anlatacak?

İslam Medeniyeti’ni anlatacak.

Adaleti, hakkaniyeti, merhameti, fazileti anlatacak.

İslam Düşüncesi’ni anlatacak.

Nasıl olsa en sağlam felsefe İslam Felsefesi.

Herkes hocaların anlattıklarına ikna olacak.

Dediklerini tutacaklar.

Böylece, sonunda İslami Rönesans gerçekleşecek.

Evet, basitleştiriyorum.

Olay benim anlattığımdan çok daha karmaşık.

Benim lisanım akademik bir lisan değil.

Yazarken, konuşurken, aksesuarları ayıklıyorum.

Çoğu zaman gerçekliği örttüğünü düşündüğüm süslerden, püsküllerden, pürçeklerden arındırıyorum.

Mümkün olduğu kadar yalınlaştırıyorum.

Yalınlaştırınca da yukarıdaki gibi bir senaryo çıkıyor ortaya.

Peki senaryonun tatbik kabiliyeti var mı?

Yani böyle yapınca, planladığın sonuca ulaşabilir misin?

Eğer ‘İslami Rönesans’ peşindeysen, oraya varabilir misin, varamaz mısın?

Özsel, takip edilen yolun doğru olmadığını düşünüyor. Özetle, ‘o yolla, o yöntemle ulaşılmaz’ diyor.

İleri sürdüğü gerekçelere bakıyorum, doğru.

O yolla ulaşamayacaksam, yolu biraz düzeltince ulaşır mıyım?

Hatta yolu iyice düzeltince ulaşır mıyım?

Bence yolu asfalt da yapsan, duble yol da yapsan ulaşamazsın.

Çünkü zemin sorunlu.

Anlattığım şey son derece ahlaki ama arka planı ahlaki değil.

Anlattığım şey temiz ama ben temiz değilim.

Anlattığım şey adalet ama ben adil değilim.

Şu soruya herkes vicdanında cevap versin:

Böyle olunca, temiz bir şeyi anlatırken, o temiz şeye mi hizmet etmiş olurum yoksa karmaşık, gayrı sahih arka plana mı?

Eskiden hocalarımız söylerdi.

“Kem âlât ile kemâlât olmaz.”

‘Kem’ eksik, az anlamına da geliyor, ‘kötü’ anlamına da.

Alet ‘kötü’ olunca veya ‘eksik’ olunca mükemmelliğe ulaşamazsın.

Bu söz durumu kısmen açıklıyor.

Aletlerimiz eksik ve kötü.

Yanlış yoldan gidince doğru yere ulaşılmayacağını da Sadi-i Şirazi söylesin: meşhur beytiyle.

“Ey yolcu, sen bu gidişle Kabe’ye varamayacaksın; çünkü tuttuğun yol Türkistan yoludur.”

Çeviriyorum madalyonun öteki yüzünü.

Bahse konu olan ilmi veya felsefi faaliyetin finansmanı nasıl sağlanıyor?

Yine basitleştirelim.

Diyelim faaliyet bir organizasyon şirketine ihale edildi.

İhale hakkaniyete uygun bir şekilde mi yapıldı?

Yoksa şirket sahibi kayırıldı mı?

YORUMLAR (20)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
20 Yorum