‘Zamane’nin ‘zaman’a ettikleri
Bülent Akyürek’in kitaplarla ilişkisi bizim ilişkilerimizden daha hususidir.
Biz kitapları okuyoruz. Okurken bir lezzet alıyoruz. Bilgi de alıyoruz.
Bazen asabımız da bozuluyor, okurken harcadığımız zamana acıyoruz.
Okumasaydım şu dünya hayatında önemli bir güzelliği tecrübe etmemiş olacaktım dediğimiz de oluyor.
Tamam, güzel. Bunların hepsi geçerli.
Bülent’in dersinde bulunmadım hiç. Bülent okuma dersleri verir. Ama derssiz olarak aynı masada oturdum.
Kitaplarının da birçoğunu okudum. “Öğlen namazına nasıl kalkılır” dahil.
Bizim apartmanın altında “Kafe de Sanat” diye bir mekân vardı. Zeminden aşağıda kalıyor. Önünden geçerken gözüm ilişti, baktım Bülent aşağıda. İndim, birkaç genç, çok da genç sayılmazlar, bize göre genç, sonradan tanıştım hepsiyle, artık hepsi arkadaşım, arada Hoca Ahmed Yesevi Camii’nin avlusunda, Halid’in çay ocağında görüşüyoruz.
O akşam, Kafe de Sanat’ta (şimdi aynı yere başka bir kahvehane açıldı) Bülent Byung Chull Han’ın Zaman’ın Kokusu kitabından bahsetti.
Ben öyle cümleler kurmayı beceremem, tarzım değil. Öyle güzel bahsetti ki kitaptan.
Ahmet Zeki’nin elinde bir tane varmış. İstedim, verdi.
Yine de bir zaman okuyamadım kitabı.
Sonradan, Enfokrasi’yi ve Palyatif Toplum’u okuduktan sonra, Ahmet Zeki”nin verdiği kitabı da kaybetmiştim, yeniden kitapçıdan aldım, öyle okudum.
Bugün derdim kitap değil. Bugün Bayram.
Ara sıra bahsetmişimdir.
‘Ramazan Bayramı’ sonradan icat edildi. Muhtemelen Milli Selamet Partisi’nden sonra.
Bizim uydurduğumuz tabirle söylersek, uydurukçadır.
Eskiden ‘Şeker Bayramı’ derlerdi.
Fakat biz, ‘Şeker Bayramı’ lafının asrilik sebebiyle, oruçla, Ramazan’la işi gücü olmayan sosyetikler tarafından empoze edildiğini düşünmeye çok yatkındık.
Kani oldum, değilmiş.
Bilhassa Celalettin Ökten Hoca’nın kızı Ayşe Hümeyra Hanım’ın ısrarla ‘şeker bayramı tabirini kullandığını gördükten sonra kani oldum.
Tasavvur edebileceğiniz en mütedeyyin ve en münvver adamın, Celal Hoca’nın kızı. Annelerimizin yaşında. Kendisi de edibe, afife, irfan sahibi bir kadın. Hangi yeni yetme ondan daha doğrusunu bilebilir?
Ayrıca, hiçbir eski metinde Ramazan Bayramı diye bir adlandırma görmedim. Evliya Çelebi’de bile.
Evliya Çelebi’de olmayan bir şey, yoktur zaten!
Kur’an-ı Kerim’de var mı bayramın adı sanı?
Bildiğim kadarıyla yok.
Ama bir ay oruç tuttun, bugün oruç tutmuyorsun, aynı şey mi, yok mu iki zaman arasında fark? Dün’le ‘bugün’ arasında? Ramazan’la Şevval arasında?
Eski metinlerde ‘Fıtr’ bayramı geçiyor.
Babam, arkadaşlarına gönderdiği tebrik kartlarını bana yazdırırdı.
Ama çok yakın arkadaşlarına Arapça olarak kendisi yazardı. Ben o kartlardan ‘Iydekumu’l Fıtr’ yanı ‘fıtr bayramı’ ibaresini seçerdim.
Fıtr Bayramı güzel tabir, yaratılış bayramı.
‘Fitre’ dediğimiz şey de yaratılmış olmamıza bir teşekkür mahiyetinde.
Belki ‘teşekkür bayramı’ demek uygun olur.
Nereden gittim taa Chull Han’a şu Ramazan gününde?
Ne işim vardı Zamanın Kokusu’yla?
Sevgili Bülent Akyürek’e bir bayram selamı gönderme isteğinin etkisi olmuş olabilir.
Ama asıl ‘zamane’nin ‘zaman’a ettiği kötülükler sebebiyle gittim.
Bir bayram günüyle bayram olmayan gün arasında fark var mıdır?
Bir Ramazan gününün ve bir bayram gününün ‘hasiyeti’ var mıdır?
Hasiyet: Has olma.
Şimdi kaldırıldı zamanın lezzeti, kokusu, tadı.
Bayramın kokusu da kaldırıldı…
Bütün ‘an’ları, çok kıymetlisini de az kıymetlisini de gazoz gibi şişenin içinde çalkaladılar.
Zaman, içi boş, ağırlıksız, milyonlarca baloncuk olarak anlamsız, derinliksiz dökülüyor şişenin ağzından.
İnsan da aynı şişenin ağzından öyle dökülüyor. Boş, köpük halinde.
Dinlisi, dinsizi aynı yoğunlukta ve aynı ebatta.
Son kutsalımız, iktidarın memesi.
Halbuki zaman ile zaman arasında fark vardır.
Ramazan’daki zamanla Ramazan bittikten sonraki zaman aynı şey değildir.
Çıktık Şehr-i Ramazan’dan. Dışarıdayız.
Burası Şevval.
Burası bayram.
Millet olarak bayramı hak edecek bir marifetimiz olmadı.
Coşmanın, taşmanın zamanı değil.
Terbiyemizi takınalım.
Edebimizle bayramlaşalım.














