Z kuşağı bir 'hoca'nın peşine takılmayacak

Z kuşağı bir 'hoca'nın peşine takılmayacak

İlk romanı ‘Karanlık Hikaye’ okuyucuyla buluşturan İBB Sözcüsü Murat Ongun: 'Eskiden birisinin problemi olduğunda ‘hoca’ olarak gördüğü kişiye gidip akıl danışırdı. Onun çocuğunun ise artık buna ihtiyacı yok. Kafasında soru işareti varsa hızla o bilgiye ulaşıyor. Hoca ile arasındaki bağ koptuğu için de artık bireysel hareket edecek. Sahada biri olarak yeni kuşağın bir kişinin peşine asla takılıp gitmeyeceğini düşünüyorum' dedi.

SALİHA SULTAN / KARAR

Gazeteci-yazar Murat Ongun, Türkiye siyasi tarihinin en çekişmeli seçim süreçlerinden biri olan 2019 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı (İBB) seçim sürecinde geniş kitlelerce tanındı. Şimdilerde İBB sözcülüğü ve İmamoğlu’nun danışmanı olarak yürüttüğü görevleri nedeniyle basında daha çok siyasi tartışmaların odağında gündeme gelen Ongun, o hengamenin içinde bir de romana imza attı. Yazar, Pandeminin ilk evresinde Karanlık Hikaye adı ile Kırmızı Kedi tarafından yayımlanan romanda, intihar eden sevgilisi Derin’in yarım kalmış hikayesinin peşinde başka bir şehre giden yazar Haldun’un beklemediği bir anda ‘rüyalarının kadını’ Defne’yle karşılaşmasını anlatıyor. Romanında edebiyatın metaforlarla dolu bahçesinde duru ve akıcı bir dille gezinen Ongun, kurgusunu ise gazetecilik mesleğinin kendisine kazandırdığı yeteneklerin ışığında ustalıkla örüyor. Sayfalarında gezinirken ‘yeniyi önceleyen’ modern ilişkilerin yanı sıra gelenekten gelen toplumsal ahlak kurallarını sorgulatan Karanlık Hikaye, okuyucusuna aynı zamanda ‘kendi karanlık hikayesi’ni düşünme fırsatı da sunuyor. Romanı ile yoğun iş temposunun arasında kendisine nefes alacağı bir alan açan Ongun’la biraz Haldun’u, biraz ‘cesur kadınları’, biraz da doğru zamanda doğru olanı yapma gayreti üzerinden zamanın ruhunu konuştuk.

İlk romanı hakkında konuşmak için Emirgan'daki Sarı Köşk'te bir araya geldiğimiz Murat Ongun, Karanlık Hikaye'nin devamını yazdığını belirterek, ikinci romanını okuyucuyla buluşturmak için sabırsızlandığını söyledi.

‘Yazma merakı bu yüzden başlamıştı kimseye anlatamadığı sırların yükünü hafifletmek için’ diyor romandaki baş karakteriniz Haldun. Siz yazmaya neden başladınız bu yoğun siyaset atmosferinde? Sırlarınız mı vardı?

Tabii var ama bunun illa bir siyasi sır olmasına gerek yok. Sanırım bu konuda biraz anneme benziyorum. Annem oturduğumuz apartmandaki bütün komşularımızın sırdaşıydı. Benimki de biraz öyle oldu herhalde. Ben de genelde, uzaktan daha negatif düşünen insanlarla bile biraz oturduktan sonra ilk kez tanıştığım pek çok insanın özel hayatlarına dair hikayeleri dinlemeye başlarım. Böyle olunca, hiç olmayacağını düşündüğünüz olayların yaşandığını, hiç beklenmeyen profillerin çok farklı, hiç konduramayacağınız işler yaptığını görüyorsunuz. Yazmaya dönük merakım insanların sırlarıyla ilgili değil tabii, sırlara bir merakımdan da değil aslında. Ben televizyonculuk yaptığım halde kendimi yazarak daha iyi ifade ettiğimi düşünüyorum. Yazmanın dünyasına giriyorum. Seçim sürecinde de mesela İmamoğlu’na konuşmalar yazıyordum, onları yazarken de hangi cümle, hangi sahne... Bunları hep gözünde canlandırıyorsun, aklına birçok şey geliyor. Yazdıkça çok mutlu oluyorum bu yüzden. Uzun zamandır aslında yazıyorum. Mektup yazmayı çok seviyorum, şimdi yazamıyorum fakat gerçek kağıda gerçek kalemle mektup yazmayı çok severdim. Uzun yıllar boyunca dostlarıma yazdım. Hepsini söylemeyeyim, hanım kızıyor. Anneme, ablama yazdım. Duygularımı böyle çok daha iyi ifade ettiğimi düşünüyorum.

Okurken hissetmiştim bunu, çünkü ilk roman yazarın kendine ait özellikleri en çok kattığı eser olabiliyor. Yazar Haldun karakterinizde az evvel bahsettiğiniz özelliğiniz dışa vuruyor. Mesela yazıyı hızlıca yazan, vaktinden önce ya da tam zamanında yollayan, kendinden emin bir yazar profili çiziyorsunuz. Bununla gurur duyduğunuzu hissettim.

Evet. Eğer yazdığınız bir mektup ki ben yazarken o kişinin benim mektubumu okuduğu anı gözümün önüne getirerek -o da sanırım televizyonculuğun verdiği bir şey-, o fotoğrafa bakarak yazıyorum. O mektuptan karşınızdaki insanın memnuniyet, daha önce işitmediği cümleler duyduğunu ve bunun onda derin duygular oluşturduğunu hissettiğiniz zaman sizin için bir mutluluk kaynağı oluyor. Böyle böyle yazdığım birkaç parça bir şey vardı. Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığından kısa süre önce başlamıştım aslında romanı yazmaya. Daha sonra seçim süreci başlayınca büyük bir temponun içine girdim tabii, bir müddet yazamadım. Ama sonra siyasetin getirdiği saldırganlıkları, çirkeflikleri, zorlukları gördüğü zaman insan kaçacak bir yer arıyor. Ben de ‘Kendimi Kaz Dağlarına atayım, gideyim 15 gün kafa dinleyeyim’ diyemem.

Zor gibi zaten, hemen ‘Murat Ongun tatilde’ diye haber olursunuz...

Doğru J Sonuçta bir işim var, bir yerde soluk almam icap ediyor. Zaten yeterince evinizle ilgilenemiyorsunuz, geç gidiyorsunuz. Biriyle dertleşeceksin illa. Açıyorsun bilgisayarını ve yazmaya başlıyorsun. Adaylıktan üç dört ay sonra mesela her gün bir harala gürele vardı ve günlük işlerdi çoğu. O gün çok önemli bir iş, çok kritik bir konu gibi lanse edilen şeylerin hiçbir önemi yok aslında. Twitter gibi yani, orada da böyle, TT olan bir konu çok önemli gibi düşünüyorlar ya hani... Köşe yazısı gibi aslında, ömrü yirmi dört saat, çok takılmaya gerek yok yani.

Haldun o zaman sizin kaçma arzunuzun karakterize olmuş hali.

Sevdiniz mi Haldun’u?

Sevdim. Oturup keyifle sohbet edebileceğim birisine benziyor.

Bazıları sevmedi.

NE KADAR MODERN OLURSAK OLALIM GENETİK KODLARIMIZ VAR

Çok modern bir karakter gibi aslında, az önce bahsettiğiniz şehrin gündelik hayatı içerisinden kaçıyor ve İstanbul’a göre daha sakin bir yere gidiyor. Fakat kitabın sonunda anlıyoruz ki çok da geleneksel bir adammış. Bir intikam hikayesi üzerine kuruluymuş bütün hikayesi...

Aslında toplumumuz öyle değil mi? Ne kadar modern olursan ol sonuçta senin toplumsal, kültürel genetik kodların var. Ve o kodlardan bir bölümüyle vedalaşmış olabilirsin ama ister istemez bir miktarı kalıyor. Bunu sadece Haldun için söylemiyorum, genel olarak söylüyorum. Haldun bence öyle olmuyor, bir gelenekselliğin içine girmiyor. Haldun’un kayıp bir 12 ayı var romanın sonunda. Orada ne yaptı? Onu da yazacağım...

Romanın devamı geliyor yani...

Evet, devamını yazmaya karar verdim. Roman bir merak duygusuyla sona erdiği için pek çok okur ve dosttan da bu konuda yorum aldım. Haldun’un o kayıp zamanını yazacağım. Ne yaptı, ne çıkardı ortaya, onu anlatacağım.

Gelenekselden kastım şuydu esasında, modern bir adam. Derin ve Defne arasında karşılaştığı bütün kadınlarla arası iyi. İyi bir sevgili. Bu kadar modern bir adamın hayatını bir intikam hikayesi üzerine şekillendirmesi şaşırtıcı.

İyi bir sevgili evet. Ama modernlikle bu tutku haline gelmiş duygular arasında çok bir tezatlık görmüyorum. Bunu bir hırsla yapmış olabilir veya çok etkilenmiştir sevgilisinin başına gelenlerden. Haldun’un psikolojisinde şöyle görüyorum bunu, Haldun bütün bu intikam arayışına düşme hikayesi bence Derin değil, o belki tetikleyicisi... Vicdanında belki bir motivasyon oldu. Bence buradan kendine bir hikaye çıkarma yoluna gitti ve devamlı buradan beslenerek bir saplantı haline getirdi. Halbuki o kendisine yeni bir hikaye arıyordu. Öğrendikleriyle bir takıntı haline geldi diye düşünüyorum.

Karakteri sevmeyenler oldu dediniz. Haldun’un hayatındaki iki kadın da ona göre sevmeye değer kadınlar ama ikisi de zengin ve güçlü adamları tercih etmiş kadınlar. Fakat gücü seviyorlar yine de, o dairede kalıyorlar...

Kendileri de zengin ama aynı zamanda. Kadınları tanıması gerçekten zor. Kitapta karakterlerin 25-30 yaş arasındaki dönemi ve olgunluk dönemleri var aslında. Erken Haldun dönemi diyelim Derin kısmına. O günkü toplumsal statüsüne, gelir durumuna göre ulaştığı kişi olan Derin, onun için daha üst klasmanda bir kadın. Aslında Haldun sosyoekonomik durumuna göre Derin gibi bir kadınla ilişkisi çok zor bir ihtimal.

Fakat entelektüel...

Evet ama daha yeni, çok derin değil. Derin’in ne kadar derin olduğundan çok emin değilim. Derinlikten ziyade hayatı çok hızlı tüketmek isteyen, hayata dair merak ettiği her şeye ulaşmak, deneyimlemek isteyen, macerayı da seven eğlenceli, tehlikeli bir kadın. Bir duygusallığı da var. Ama geç Haldun dönemindeki Defne öyle değil, o hayatın kodlarını çözmüş, bu yüzden Haldun ile arasında çok ekstrem bir şey olmadıkça Haldun’dan kayması zor bir ihtimal. Defne bana göre Derin’e göre daha derinliği olan bir kadın. İkisi de cesur kadınlar ama.

Kesinlikle cesurlar ama bir taraftan Defne çok da cesaretsiz. Evli, Haldun’la ilişkisi var, eşi ile evliliğini ise sürdürüyor.

İşte az önce konuştuğumuz geleneksellik meselesi de bu. Siz de mutlaka tanımışsınızdır, Türkiye’de pek çok aile var böyle. Bu kimi zaman akrabalık, kimi zaman iş, kimi zaman farklı ortak kültür bağları olabilir, birbirine yakın ailelerin evlilikleri söz konusu oluyor. Böyle güçlü ailelerde çok sorunlu da olsa boşanma evresinin çok güç olduğunu da gördüm. Her şeye rağmen bu evlilik devam edecek kardeşim diyorlar, bu o ailelerin geleneksel kuralı.

HAYAT BOYU BİR SINAVDAN GEÇİYORUZ

‘Sınav’ kavramını da sık kullanıyorsunuz romanda. Defne’yi ilk gördükten sonra mesela ‘Bu bir sınav’ diyor Haldun. Hayat bir sınav mı?

Bu hayatın doğasında var. Sürekli olmasa da geçiyoruz. Geçebiliyor muyuz? Geçemiyor muyuz? Fakat Haldun’un bir hedefi var ve gördüğü bir rüya var. O rüya onun yol haritasında önüne çıkan bir engel. Derin o sapmalardan biri, finale gelmiş ve Defne çıkıyor karşısına. Yıllardır planladığı şeye ilerlerken onunla karşılaşıyor. Çelişki yaşıyor içinde, aslında ikisini de istiyor, Defne’yi de istiyor, intikamını almak da istiyor.

Siz olsanız ne yapardınız böyle bir imtihan karşısında?

Tabii ki aşık olduğum kadınla olmayı tercih ederdim.

Kitapta ‘Ne yaparsan yap doğru zamanda yap’ diye bir nasihat alıyor Haldun kafedeki 20 yaşındaki bir garson kızdan...

Doğru olan şey mi mutluluk verir, mutluluk veren şey mi doğrudur? Bunu her şeye endeksleyebilirsiniz. Mesela, Defne... Tamam kocasıyla zoraki bir ilişkisi olabilir ama sonuçta evli bir kadın. Haldun bekar olabilir ama kadın evli. Ama birlikte olmaktan büyük mutluluk duyuyorlar. Ama bütün dünyada genel ahlak kurallarına göre yanlış bir şey yapıyorlar. Eğer bu yanlışsa yapmamaları lazım, ama mutlu değiller o zaman da. O zaman yanlış mı yani? Veya başka işlere de bunu endeksleyebilirsiniz. Cümleyi yazdığımda çok hoşuma gitti. Zamanında doğruyu yapmak...

SİYASETTE HATAYI ÖNLEMENİN FORMÜLÜ TEK BAŞINA KARAR ALMAMAK

Karl Ove Knausgaard Kavgam romanında ‘Zamanın ruhu dışarıdan gelir ama içeriden işler’ diyor. Romandaki o bölüm beni bu cümleye götürdü. Hangi doğru zaman? Neye göre? Kitapta o bölümün devamında ‘ülkenin kaderini belirleyen kararlarda da’ diye genişletiyorsunuz doğru zamanda yapma eylemini. Siz bu ‘doğru zaman’ meselesinin zorluğunu iş hayatınızda yaşıyor musunuz mesela?

Tabii. Sadece kendinizi ilgilendiren kararlar üzerine olsa böyle bir şey hissetmezsiniz. Ama sonuçta bir hizmet sunacaksınız mesela, bu hizmet nerelere sirayet edecek, mutlu edecek mi? Dezavantajları ne? Hayır, hepsini tarttım ve doğrusu bu diyebilirsiniz bir ekip olarak ve bu karar uygulama geçer. Ama ileride ortaya çıkan duruma bakıp, ne kötü bir karar vermişiz de diyebilirsiniz. Fakat siyasette bunu önlemenin bir yolu var en azından. Tek başına karar almamak... Pek çok fikirden, farklı profildeki insanlardan görüşler alarak kafanızda bir sentez oluşturabilirsiniz. Sonuçta benim belediyede karar alıp uyguladığım işler, kendi alanımla ilgili işler. İlgilendirdiği kişi belediye başkanı oluyor... Bazen düşünüyorum tabii, bunu yaptım ama doğru mu diye... Ya da, bazen birilerinin bu yanlış dediği şeyler oluyor. Zamanın ruhuna göre bugün yanlış buluyorlar ama bence zamanın ruhuna göre bugün doğru, ileride de daha doğru olduğunu görecekler diye düşünüyorum.

YENİ JENERASYON ÖTEKİLEŞTİRİLEN HER ŞEYE SAHİP ÇIKIYOR

Zamanın ruhunda bir değişim yaşanıyor mu sizce, bir gazeteci, yazar ve siyasetçi olarak neler gözlemliyorsunuz?

Çok büyük bir değişim var. Klasik Z kuşağı muhabbeti yapmak istemiyorum ama 15 ve 11 yaşında iki çocuk sahibiyim. Onlara baktığımda bunu görmemek mümkün değil. Çünkü sizin geçirdiğiniz evreleri sizden çok farklı yaşıyorlar. Bilgiye erişim çok kolay olduğu için sizin edinmek için yıllar harcadığınız birikime hap gibi ulaşabiliyorlar. Eskiden herkesin danıştığı kişi minvalinde bir ‘hoca’ya -bir cemaatin tarikatin de hocası olabilir bu- bağlı olanlar ailesinde bir problemi varsa haftada bir onu görebiliyordu, ailesinde problemi olduğunda gidip ona akıl danışıyordu değil mi? Ama artık onun çocuğunun buna ihtiyacı yok. Kafasında soru işareti varsa açıyor, hızla o bilgiye ulaşıyor ve bilgiye de ulaştığı için artık hocaya gitmesine gerek yok. Hoca ile arasındaki bağ koptuğu için de artık bireysel hareket edecek. O yüzden yeni jenerasyonu tamamen bireyci ama ciddi toplumsal duyarlılıkları olan, bugün çok tartışma konusu olan meselelere hassas sarıldığını, mesela İstanbul Sözleşmesi gibi, hayvan hakları gibi, ötekileştirilen her şeye sahip çıkma gibi... Ben gelecek kuşağın bu konularda çok duyarlı olduğunu hissediyorum. Böyle olmalarını da arzuluyorum. Zaten sahada biri olarak, büyüyen çocuklarını izleyen biri de olarak yeni kuşağın kimsenin, hele hele bir kişinin peşine asla takılıp gitmeyeceğini düşünüyorum.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN