Hani protesto haktı? Nerede bizim hakkımız?

Protesto, iktidara gerçeği söylemenin paha biçilmez bir yolu oldu her zaman. Tarih boyunca protesto ve boykotlar, adaletsizliği, istismarı açığa vurarak, hesap verebilirlik talep ederek ve insanlara daha iyi bir gelecek umudunu sürdürmeleri için ilham vererek en güçlü toplumsal hareketlerden bazılarının arkasındaki itici güç oldu.

Protesto aynı zamanda insan haklarımızın iktidar sahibi kurumlar tarafından tanınmasını sağlamada da hayati bir rol oynadı. Halkın bu toplanma gücü, 1930’da Hindistan’daki İngiliz sömürge yönetimine karşı yapılan Tuz Yürüyüşünden, 1968’deki küresel öğrenci hareketlerine, Ulusal Parti’nin Apartheid rejimine karşı başkaldırdığı için mahkûm olan Nelson Mandela’nın adaleti için senelerce sürmüş, tüm dünyaya yayılmış olan büyük protestolardan, son yıllardaki Black Lives Matter hareketlerine kadar, sürekli olarak dünyamızı şekillendirmeye devam etti.

Aynı amaç uğruna bir arada olan insanların tarih yazdığı ve bugün sahip olduğumuz hak ve özgürlükleri bize teslim ettiği sayısız örnek var.

Tuz yürüyüşünü hatırlayalım. Gandhi’nin dünya tarihine geçen bu eylemi Hindistan’ı işgal eden İngiliz emperyalizmine karşı büyük bir protesto ve direniş öyküsüdür. İngiliz tekeli tuz gibi temel bir insanî ihtiyacı sömürü nesnesi yaparak inanılmaz karlar elde etmişti.

Mahatma Gandhi 1930’da yaklaşık 400 kilometre yürüyerek Hint Okyanusu sahilindeki Dandi köyüne gelerek İngiliz sömürge askerlerinin bütün engellemelerine karşın avucunun içine aldığı tuzu yoldaşlarına dağıttı ve Tuz Yasasını tanımadığını ilan etti. Gandhi’nin bu protestosundan sonra 60 binden fazla insan hapse girdi. Lakin bu eylem sonucunda “Tuz Yasası” tarihin çöplüğüne atıldı.

Fransa Senatosu, Fransa’daki spor müsabakalarına başörtüsü takan sporcuların katılmasını engelleyen bir yasa tasarısını onadı. Yasa tasarısı yasakların daha da genişletilmesini de öngörüyordu.

Fransa’da “Les Hijabeuses- Hicaplılar” adlı bir grup Müslüman kadın futbolcu hala daha bu insani haklarının kendisine tanınması için mücadele ediyor. Ve bir kadın öncülüğündeki bu grup ülkedeki tüm Müslümanları kendilerine uygulanan yasak ekseninde haksızlığa karşı durmak için örgütlüyor.

Bu iki zaman dilimindeki iki farklı örnekten ve tarihe damgasını vurmuş diğer örneklerden hareketle “protesto” gibi hayati bir hakkın ülkede paralize edilmiş olmasının vahametini anlatmak istiyorum aslında. Örneklerin alakasızlığı değil, çabanın bir hükmünün olmaması bu yazıda söz konusu olan.

İnsanın uğradığı haksızlığa veyahut, haksızlığa uğrayan, soykırım savaşının içerisindeki bir topluma kulak kesilmesine vurulan baltanın hazinliği bizi alakadar eden.

Tüm dünya Amerika’da yapılan protestolardan bahsediyor. Gazze’deki savaşa odaklanan Filistin yanlısı protestolar ABD üniversitelerinde ışık hızıyla yayılıyor. Geçen haftadan itibaren onlarca kampüste yüzlerce kişiyi aşan tutuklamaların olduğu gösteriler yaşanıyor.

Özellikle Columbia Üniversitesi’ndeki protestolar hem ulusal hem de uluslararası ilgi görüyor ve verilen mücadele örneği kelebek etkisiyle diğer okullarda da benzer gelişmelere yol açıyor, tepki büyüyor.

Diğer yanda Hamas ya da İran Amerika’daki protestoculara yapılan muamelenin asla kabul edilemeyeceğini ifade etse de Müslüman ülkelerin ekserisinde ölü toprağı atılmışçasına bir sessizlik var.

Ürdün’de protesto yasakları tam gaz devam ediyor. Resmi olmayan rakamlara göre 7 Ekim 2023’ten bu yana en az 1.500 kişi tutuklandı. Bu 1500 kişiden yaklaşık 500’ü mart ayında Amman’daki İsrail Büyükelçiliği önünde düzenlenen büyük protestoların ardından göz altına alınan isimlerdi. Diğer Müslüman ülkelerde de hatırı sayılır bir gelişme yok.

Uzaklarda aramayalım; sadede gelelim. Ülkenin en şedit yasaklarını başlatmış olan 28 Şubat sürecinde dahi toplanma, isteklerimizi bağırma, hiçbir fiili katkı elde edemeyecek olsak da bizim gibi düşünen, aynı mağduriyeti yaşayan insanlarla bir arada olmanın sağladığı bir güven duygusu hasıl olurdu. Bu duygu yaşama dair itki veren bir güçtü.

Fakat gelinen noktada bireysel ve kolektif inisiyatifler geçmişin hatıralarındaki puslu bir bulut gibi duruyor. Adeta görünmez bir Sosyal sözleşmeyle tepki gösterme ve protesto haklarımızı iktidara devretmiş durumdayız. Sonrasında da kendimiz adına protesto etme, tepki gösterme haklarını layığıyla kullanmaları bekliyoruz.

Bu anlamda hükümete açılmış sonsuz bir kredi var gibi dursa da bu krediyi layığıyla kullanan bir güç var mı pek emin değiliz. Bizi önüne katıp “buyurun bağırıyoruz, ülkenin tüm meydanlarına çadırlarımızı kuruyor, Gazze’deki soykırımı haykırıyoruz, ‘İsrail Siyonist bir devlettir’ diyoruz ve susmuyoruz” dedirtiyor mu birileri, şu meşhur birileri? Hayır dedirtmiyor. Daha basitlerini dahi yapamıyoruz.

Fakat bu tek sorunu sadece enflasyon olan harikalar diyarı ülkemiz! oradaki protestoculara sahip çıkmayı da kimseye bırakmıyor. Protestocunun da bize dokunmayanı söylemek isteyip de söyleyemediklerimizi dile getireni makbul. Aman tadımız kaçmasın Ali Rıza Bey.

Hasılı Taksim’de 1 Mayıs toplanmaları uzun zamandır yasak. Filistin için 1000 genç topluluğunun da başına gelenleri biliyoruz.

Haksızlığa ses çıkarmada nasıl bu denli paralize olduk? Çünkü ucu katmerli çıkarlara dokunuyorsa susturulmayı öğrendik. Ağır ağır bu hale geldik ve sesi seçimden seçime sessizce çıkan bir toplum olduk ki onu da öğrenmemiz zaman aldı.

Edward Said gibi eline taşı alan ve kötülüğe atan bir kanaat önderi de yok. Olanlar da sessizliğimizi kutsamakla meşgul.

Boykot ve protesto bir güçtür. Herkese lazımdır. Mekke’deki sömürü ve köleliğe baş kaldıran peygamberden alınacak ibretimiz bile yok mu? Keşke olsaydı.

YORUMLAR (24)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
24 Yorum