Erdoğan için çıkış mümkün mü?

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Hatem Ete, Cumhur İttifakı’na ilişkin değerlendirmede bulunduğu yazısına ikinci bölümüyle devam ediyor.

Erdoğan ve AK Parti Cumhur İttifakı terkibiyle katıldığı 31 Mart yerel seçimlerinde aldığı yenilgiden beri ciddi bir varoluşsal sorun yaşıyor. Bu krizi bir başlık altında toplamak mümkün.

Krizin en önemli dinamiğini başkanlık sistemi ve bu sistem dolayısıyla yaşanan idari zaaflar oluşturuyor. Başkanlık sistemi iki yönden Erdoğan’a ve Cumhur İttifakına dezavantaj teşkil ediyor. Öncelikle bu sistem ile ülke iyi yönetilemiyor ve Erdoğan kötü yönetim üzerinden toplumsal desteğini kaybediyor. İkinci olarak da başkanlık sistemi muhalefeti birleştiren bir işlev görüyor. Her iki sonuç da Erdoğan’ın önümüzdeki seçimleri kaybetme ihtimalini arttırıyor. 15 Temmuz koşullarında Erdoğan’a kaçırmaması gereken bir fırsat gibi görünen başkanlık sistemi, bugün Erdoğan iktidarını tökezleten, destek kaybına yol açan, önümüzdeki seçimleri kaybetme riski doğuran en önemli risk unsuruna dönüşmüş durumda.

Erdoğan’ın içinde bulunduğu krizin bir diğer nedeni Cumhur İttifakının seçim ittifakıyla sınırlandırılmayıp siyasi bir ittifak olarak kurgulanmasıdır. Cumhur İttifakı siyasal anlayış ve öncelikler itibarıyla birbiriyle uyumlu olmayan, konjonktürel gelişmelerin bir araya getirdiği bileşenlerden oluştu. Toplum, siyaset ve devlet vizyonları birbiriyle örtüşmeyen, normal bir süreçte uzlaşmayacak (nitekim 2016’ya kadar da mücadele eden) bileşenler, arızi öznel hedefler, süreli bir tehdit ve ortak düşmanlar paydasında bir araya geldiler. Geçici ve kısmi bir ittifak olarak yapılandırıldığında bu farklılık ve uyumsuzluğu bir süreliğine yönetmek mümkün olabilirdi belki. Ancak İttifakın kalıcı ve kurumsal bir anlayışla kurulması bu uyumsuz terkibin maliyetlerini arttırdı.

Bugün itibarıyla, İttifak Erdoğan’ın siyasi akıbetini tehdit eden en önemli dinamiğe dönüşmüş durumda. İttifak Erdoğan’ın ihtiyaç duyduğu toplumsal desteği sağlayamazken, yeni toplumsal destek arayışlarını da sabote ediyor. Dolayısıyla başkanlık sistemine benzer şekilde, 15 Temmuz’un olağanüstü psikolojisi içinde önemli bir imkân gibi görünen Cumhur İttifakı da bugün Erdoğan’ın iktidarını ve akıbetini riske sokan en önemli unsura dönüşmüş durumda.

Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakının üçüncü siyasi çıkmazı İttifakın resmî ideolojisi haline gelen beka söylemi ve güvenlikçi siyaset ile ilişkilidir. Beka söylemine ve güvenlikçi siyasete, arızi bir krizi sonlandırmak üzere kısa süreliğine başvurulabilse de bu enstrümanlar üzerinden toplumsal barışı sağlamak, kuşatıcı bir siyaset geliştirmek, demokratik ve müreffeh bir düzen inşa etmek mümkün değil. Esasında beka sorunu güvenlikçi siyaset ile de çözülemez. Demokrasi ve hukuk perspektifiyle yoğrulmamış güvenlik siyaseti, beka sorununu gidermek yerine derinleştirir. Türkiye tarihi bunun örnekleriyle dolu. Beka sorunu kuşatıcı ve demokratik bir siyasi paradigmayla çözülebilir. Erdoğan’ın ve AK Parti’nin 2015 öncesi siyasi serüveni de bunun örnekleriyle dolu.

2013’te başlayıp 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsüyle zirvesine ulaşan tehdit algısıyla örtüştüğü ölçüde -gerekli ve zorunlu olmamakla birlikte- işlevsel görülebilecek beka söylemi ve güvenlikçi siyaset, Cumhur İttifakının siyasi terkibi ve mutlak bir güç ile iktidar olma arzusu üzerinden kalıcılaştı. Siyasi çıkış noktaları ve vizyonları birbirine zıt bileşenlerden oluşan İttifakın birleştirici ortak gündemi mevcut tehditleri ortadan kaldırmaktı. Bu ortak zeminin korunması adına sahici tehditler ortadan kalksa da tehdit söylemi sürekli canlı tutuldu. Tehdit üzerinden inşa edilen, varlığını tehdide borçlu olan ittifak, tehdit algısına bağımlı hale geldi.

Cumhur İttifakı ve güvenlikçi siyaset hem Türkiye siyasetinin hem de AK Parti’nin kodlarını dönüştürdü. Sivilleşme ve demokratik siyaset söylemi yerini devletçi, militarist söyleme terk etti. Türkiye AK Parti iktidarında geçirdiği onca demokratik dönüşümden sonra yeniden 1990’ların tartışmalarına, korkularına, söylem ve uygulamalarına geri döndü.

Bu durum AK Parti içinde ayrışmalara ve kopmalara yol açarken, önceki dönemlerde Erdoğan’a destek veren birçok toplumsal kesimin de kopmasına yol açtı. En bariz iki maliyet, iktidarı mümkün kılan muhafazakâr konsolidasyon ve Kürt seçmen desteğinin İttifak bileşenleri ve güvenlikçi siyaset dolayısıyla büyük oranda zayıflamış olmasıdır. Geriye kalan AK Parti tabanının bir kısmı Cumhur İttifakının MHP tarafından şekillendirilen siyasi gramerine adapte olurken, bir kısmı da Erdoğan’ın siyasi misyonuna duyduğu sadakat dolayısıyla bir tür çaresizlikle ve bu siyasetten bir gün vazgeçileceği umuduyla Erdoğan’ı desteklemeye devam ediyor.

TOPLUMSAL DESTEK KAYBI

Cumhur İttifakı kurulduğu günden itibaren Erdoğan’a (ve AK Parti’ye) oy kazandırmak yerine oy kaybettirdi. Erdoğan 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde MHP’nin de içinde yer aldığı 10’u aşkın partinin desteklediği çatı adaya karşı yüzde 51,8 destek alarak ilk turda seçimi kazandı. AK Parti kurulduktan sonra katıldığı ilk genel seçimlerde yüzde 34 oy aldıktan sonra 2007 genel seçimlerinde yüzde 47, 2011 genel seçimlerinde ise yüzde 50 oy almıştı. Birçok idari, siyasi ve güvenlik krizinin etkisiyle katıldığı 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde aldığı yüzde 42’den hemen sonra, söylem ve politikalarında gerekli değişiklikleri yaparak 1 Kasım 2015 seçimlerinde yüzde 49,4 oy aldı. Dolayısıyla, Cumhur İttifakı kurulmadan önce Erdoğan ve AK Parti’nin toplumsal desteğinin yüzde 50 bandında olduğunu söylemek mümkün.

Cumhur İttifakıyla girilen 24 Haziran 2018 genel seçimlerinde AK Parti yüzde 42,6 oy oranı elde ederek bir önceki genel seçime göre 7 puan kaybederken, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan yüzde 52,6 oy alarak MHP’nin desteğine rağmen oy desteğini 1 puan bile arttıramadı. Aynı kıyaslamayı referandumlar üzerinden yaptığımızda tablo daha da berraklaşıyor. AK Parti’nin öncülük ettiği 21 Ekim 2007 referandumu yüzde 69 ile kabul edildi. 12 Eylül 2010 referandumu HDP’nin boykot, başta CHP ve MHP olmak üzere muhalefet partilerinin tamamına yakınının “Hayır” tutumunu benimsemesine karşın yüzde 58 destek aldı. Bu iki referandum, AK Parti’nin toplumsal ve siyasal değişime öncülük ettiği durumlarda doğal tabanının yüzde 10-20 puan üzerinde bir destek bulabildiğini gösterdi. Cumhur İttifakının hazırlayıp desteklediği Anayasa değişiklik paketi ise 15 Temmuz’un güçlü psikolojik rüzgarına rağmen 16 Nisan 2017 referandumunda yüzde 51,4 destek alabildi. Referanduma öncülük eden AK Parti ve MHP’nin 1 Kasım 2015 seçimlerindeki oy toplamı yüzde 62 (%49,50+%11,90) idi. Böylece Cumhur İttifakı ilk siyasi inisiyatifinde seçmeninin yüzde 10’unu kaybetti.

Daha büyük bir kayıp yerel seçimlerde yaşandı. 2014 yerel seçimlerinde AK Parti 48 il (ve/ya büyükşehir) belediyesi kazanırken Cumhur İttifakı bünyesinde katıldığı 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde 39 belediye kazandı. AK Parti 2019 yerel seçimlerinde Cumhur İttifakı bünyesinde yarıştığı Millet İttifakının CHP’li adaylarına İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerini kaybederken, ittifak kurmayarak yarıştığı 7 ilde de MHP’ye kaybetti.

Dolayısıyla, MHP desteğinin ve Cumhur İttifakı formülasyonunun hiçbir seçim türünde (Cumhurbaşkanlığı seçimleri, genel seçimler, referandumlar ve yerel seçimler) Erdoğan ve AK Parti’ye kazandırmadığını, bilakis kaybettirdiğini söylemek yanlış olmaz.

Güncel kamuoyu araştırmaları da Erdoğan ve AK Parti’nin oy kaybının devam ettiğini gösteriyor. Yapılan birçok araştırmanın ortalaması alındığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüzde 35/40, AK Parti’nin yüzde 30/35, Cumhur İttifakının ise yüzde 40/45 desteğe sahip olduğu görülüyor. Son bir yıllık trend bu desteğin düşme eğilimini sürdürdüğünü gösteriyor.

ERDOĞAN’IN ALTERNATİF SENARYOSU VAR MI?

Erdoğan ve AK Parti, ülke koşulları zorunlu kıldığı, iktidar denklemi mecbur bıraktığı için, yazı boyunca üzerinde durulan yanlış adımları atmak durumunda kalmadı. Alternatif siyaset üretme yeteneğini kaybettiği, siyaset üretecek kadroları tasfiye ettiği ve iktidar arzusunu tabanının siyasal tahayyülüne öncelediği için bu adımları attı.

Başkanlık Sistemine geçmek zorunlu değildi, hele sistemi bu şekilde kurgulamanın mutlak iktidar arzusu dışında hiçbir makul gerekçesi yoktu. Erdoğan sistemi doğru kurgulayabilir, yanlış kurguladıktan sonra bile sitemi doğru işletmeye özen gösterebilir, sistemin işlemediği fark edildiğinde aksaklıkları gideren kapsamlı bir reform yapabilirdi. Bunların hiçbiri yapılmadı. Erdoğan 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra büyük bir toplumsal desteğe ve siyasi meşruiyete sahip hale gelmişti, Cumhur İttifakını kurmak zorunda değildi. İttifaka ihtiyaç duyulsa bile seçimlerle sınırlı bir ittifak kurgusu geliştirmek mümkündü. İttifakın söylemi ve siyaseti bileşenlerin inisiyatiflerine bırakılmayabilirdi. Beka söylemi ve güvenlikçi siyaset, zorunluluk değil mutlak iktidar kullanımı için elverişli görülen bir tercihti.

Bu yanlış tercihler, mutlak bir iktidar kullanımı adına kısa görüşlü öngörüler ve mecburiyet algısı üzerinden doğallaştırıldı. Semptomlar dikkate alınmadıkça yanlışlar kurumsallaştı ve başlardaki tercihler vazgeçilmesi zor normlar haline geldi. Sistem de İttifak da güvenlikçi siyaset de Erdoğan açısından mahkumiyete dönüştü. Bugün başkanlık sistemi ile Türkiye’yi yönetmek gün geçtikçe daha da zorlaşıyor, Cumhur İttifakı Türkiye’yi taşıyamıyor, güvenlikçi siyaset hem toplumsal barışa zarar veriyor hem de Erdoğan ve AK Parti misyonunu eritiyor. En önemlisi de yadsınamaz bir oy kaybına yol açarak önümüzdeki seçimleri kazanma ihtimalini daraltıyor.

Seçimler yasal süresine, Haziran 2023’e kadar ertelenebilse bile önümüzde iki yıldan az bir süre bulunuyor. Erdoğan’ın bu sistem, ittifak ve siyaset ile seçimleri kazanması imkansıza yakın bir düzeyde zor görünüyor. Seçimleri kazanmayı sağlayacak oy desteği için, Erdoğan’ın muhafazakâr tabanı konsolide etmesi, Kürtler nezdindeki desteğini arttırmanın yanısıra HDP’nin muhalefetle hareket etme eğilimini değiştirmesi ve tutumunu ekonomi başta olmak üzere yönetim performansı üzerinden geliştiren “rasyonel” seçmeni ikna etmesi gerekiyor. Erdoğan’ın Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’nu tasfiye etmesi ve Cumhur İttifakı tecrübesinin oluşturduğu hoşnutsuzluklar muhafazakâr tabanın AK Parti’deki konsolidasyonunu ortadan kaldırdı. Cumhur İttifakı ve güvenlikçi siyaset Kürtlerin Erdoğan’a desteğini azaltırken, HDP’yi de muhalefete itti. Başkanlık sisteminin ucube yönetim mimarisi de rasyonel seçmenin Erdoğan’a yönelik sempatisini büyük oranda bitirdi.

Erdoğan 31 Mart seçimlerinden beri kimlik siyaseti ve kutuplaşma üzerinden muhafazakâr-dindar kesimleri ve savunma sanayiindeki atılımlar veya dış operasyonlar üzerinden muhafazakâr-milliyetçi kesimleri tutmayı ve ittifak mühendislikleriyle muhalefet blokunu zaafa uğratmayı öngörüyor. Bugün, bu taktiklerin bırakın oy kaybını telafi etmeyi, kaybı durdurmayı bile başaramadığı ortaya çıkmış durumda.

Oy kaybına yol açan; başkanlık sistemi, Cumhur İttifakı ve güvenlikçi siyasetin elbirliğiyle oluşturduğu siyasi iklimdir. Erdoğan’ın başkanlık sistemi, Cumhur İttifakı ve güvenlikçi siyaset başlıklarında ciddi ve radikal bir değişime başvurmadan mevcut darboğazı aşması mümkün görünmüyor.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (24)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

İlgili Haberler

Erdoğan’ın Cumhur İttifakı çıkmazı

Görüşler Haberleri