Sosyal medyada adalet arayan çaresiz çocuklarız

İlk romanı ‘Nişan Evi’nde toplumun kanayan yarası ‘kan davası’nı ele alan Çiler İlhan, merceğini yine bir toplumsal meseleye odakladı. İlhan, Zeynep Delav'a çok özel açıklamalar yaptı.

ZEYNEP DELAV

İlk romanı ‘Nişan Evi’nde toplumun kanayan yarası ‘kan davası’nı ele alan Çiler İlhan: “Kısasa dayalı bir ‘adalet gerçekleştirme’ geleneğinin demokrasinin her türlü pratiğinden uzaklaşmış bir devlet içinde yok olmasını beklemek gerçekçi olur mu? Bu ülkede her gün bir kadın öldürülmesine rağmen İstanbul Sözleşmesi’nden çıktık. Hukuka güven kalmadığından adalet arayışı sosyal medyada yürütülüyor. Bağırıp çağıran, ne yapacağı belli olmayan öfkeli, çaresiz bir çocuk gibiyiz.”

Boğaziçi Üniversitesi’nde okuduğu yıllarda öykü yazmaya başlayan Çiler İlhan’ın, 1993 yılında aldığı Yaşar Nabi Nayır Gençlik ödülleri ‘Dikkate Değer Öykü Ödülü’ adeta yazı hayatının başlangıç tarihi olur. İlk öykü kitabı ‘Rüya Tacirleri Odası’ 2006’da Artemis, 2010’da kaleme aldığı ‘Sürgün’ Everest yayınevleri tarafından yayımlanır.

Birbirine bağlı öykülerden oluşan Sürgün, 2011 Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü almakla birlikte birçok dile çevrilir. Kadın meselesinden çıkışla toplumsal meselelere kafa yoran yazar İlhan, uzun bir aradan sonra ilk romanı ‘Nişan Evi’ ile okur karşısında. Merceğini yine bir toplumsal meseleye dayayan ve bir süredir Hollanda’da yaşayan yazar ile yeni kitabını KARAR okurları için konuştuk.

Çiler Hanım öncelikle, okur olarak sizden yeni bir kitap okumak için epeyce sabırsızlandığımı söylemek isterim. Bildiğim kadarıyla yazı hayatına on yıl kadar ara verdiniz. Ayrıca, 2017’de Hollanda’ya yerleştiniz. Orada sürdürdüğünüz edebi hayatınızdan, çevrenizden bize biraz bahseder misiniz?

Aslında yazıya topyekûn ara vermedim, farklı alanlarda üretmeye devam ettim, antolojilere öykülerle, denemelerle katıldım. Otelcilikten tekrar dergiciliğe geçerek yönettiğim derginin yanı sıra gazete eklerine yazılar yazdım.

Üçüncü kitabımın çıkması kurumsal hayatın yoğunluğu, yazar kimliğimin çalıştığım şirket kimliklerinin önüne geçmemesi gerekliliği, kızımızı büyütmek gibi dünya işleri sebebiyle tahminimden uzun zaman aldı. Hollanda’ya taşındığımız yaz Sürgün’ün Hollandaca baskısı çıktı.

Hollanda PEN’ine üye oldum. Hollanda küçük bir ülke ama Amsterdam’da De Balie, Spui25 gibi aktif kültür sanat merkezleri, Utrecht, Winternachten, Crossing Border gibi kaliteli uluslararası edebiyat festivalleri var; onlar ve yayıncım De Geus aracılığıyla yazarlarla, çevirmenlerle, editörlerle tanıştım. Bu arada kitap yazıları yazmanın yanı sıra edebiyata odaklandım, romanlarımı yazmaya başladım.

Nişan Evi’nde, böylesine ağır bir olayı fantastik hatta masala kayan bir dille anlatmışsınız. Bu sizin kitap için özellikle çalıştığınız bir şey mi, yoksa ilk öykü kitabınızdan bu yana sürdürdüğünüz üslubunuz mu? Sorunun devamı olarak, böyle bir dille anlatıldığı için unutulmayacağını düşünüyor musunuz?

Günlük hayatımızda çokça sert bir şekilde duyduğumuz kan davası haberleri, sırf dili ve üslubu yüzünden ‘güne karışan, kanıksanan, herhangi’ oluyor olabilir mi? Bu bağlamda edebiyatın gücüne dair neler söylemek istersiniz?

Nişan Evi’nin diline fantastik denir mi emin değilim; kabul edilen genel geçer gerçeklerin dışında olarak algılanabilecek sadece birkaç sahne var kitapta ve onları da anlatının, anlatıcının muğlaklığıyla ilişkilendirilebilecek şekilde yapılandırdım.

‘Masalsı’ daha doğru bir tanım olabilir mi? Günlük hayatımızda karşımıza çıkan haberleri çokça unutuyoruz, hele ülke gündemi böyle haraketli, neredeyse her gün bu kadar azap verici olunca. Edebiyatın, genel anlamda sanatın gücü belki burada: Söz aracılığıyla her türlü yaşantıyla daha derinlemesine yüzleşmek, içselleştirerek dönüştürme fırsatı sunmak, tarihe not düşmek.

Öyküden sonra romana dümeni kırmanın zorlukları oldu mu? Öyküden farklı olarak nasıl bir mesai harcadınız?

Üç yıldır başka bir romanla cebelleşiyorum aslında; Nişan Evi’ni ona ara verdiğim sırada yazdım. Kurulan evreni genişletmek, derinleştirmek, kitaba hizmet edecek miktarda söz söylemek, karakterin içine girmek, karakter olmak, bunları yolda öğrendim. İyi oyuncuların neden iyi oyuncu olduğunu kavradım. Öykü, deneme, gazete-dergi yazısı gibi alanlarda edindiğim kısa metin tecrübesinin, genel olarak deneyimin kıymetini bir kez daha gördüm. Nişan Evi, roman türündeki acemiliğimi kabullenip o zamanki editörümün de yönlendirmesi ile işin matematiğini kavradığım bir zamanda, oldukça hızlı çıktı.

Romanı yazmadan önce, siyaset, tarih, psikoloji ve sosyoloji kaynaklarından istifade ettiniz mi?

2010’lardaki ‘çözüm süreci’nin görece serbestliğinde özellikle 1990’ların sert siyasi iklimindeki faili meçhullere, kayıplara, Diyarbakır 5 No’lu askeri cezaevinde yaşananlara ve o güne kadar pek konuşulmayan diğer acılara dair kitaplar basılmıştı.

Bir kısmını okumuştum, yazma sürecinden önce ek okumalar yaptım, sosyal yapıyı, günlük yaşamı daha iyi anlayabilmek adına oralı tanıdıklarımla konuştum. Az sayıda da olsa bulabildiğim akademik inceleme ve insan hakları derneği raporlarından faydalandım. Geçici köy koruculuğu sistemini ve bölgedeki aşiret yapısını daha iyi kavrayabilmek adına araştırmalar yaptım.

İkinci kitabınız Sürgün’de yine toplumsal meseleler, üçüncü sayfa haberleri vardı. Toplamda haksızlığa uğrayan insanlar… Sürgün denilince Batman’daki kadın intiharları aklıma geliyor hemen. Nişan Evi keza, kan davası gibi açık bir yarayı konu ediyor. Bundan böyle, kurmacalarınızın mevzusu bu tarz toplumsal olaylar olacak diyebilir miyiz?

Nişan Evi özünde kan davasını da kapsayan derin yaraları konu ediyor; dil, kimlik meselesi, bu coğrafyada çocuk olmak, kadın olmak, insan olmak, sömürüye, bireyleri kullanmaya dayalı zalim bir çarkın dişlileri altında ezilip kaybolan hayatlar...

Elimdeki, sonuna yaklaştığım romanın ana kahramanı bir mülteci ama bundan sonrasını söylemem zor. Yine de Mars’ta yaşamadığıma göre sıklıkla gündemden besleneceğimi düşünüyorum.

Tezgâhta yeni bir çalışmanız var mı, neler okuyacağız sizden?

Aksilik çıkmazsa sırada yukarıda bahsettiğim roman var. Sonra iki dosya var masamda; biri distopik, siyasi bir uzun öykü olarak yazılmıştı, diğeri çocukluğu ana tema alan bir roman taslağı. Ama bakarsınız Nişan Evi gibi araya giren başka bir kaçak roman daha çıkar.

MESELENİN ÖZÜ ‘EGEMENLERİN PAYLAŞIM KAVGASI’

Bir edebiyatçı olarak kan davasını nasıl yorumluyorsunuz? Kan davası, davaya dönüşmeden önce hangi merhalelerden geçiyor?

Önce şunu söylemeyelim ki kitabın baz aldığı olay bana sıradan, basit bir kan davası gibi görünmüyor. Olayın altında yatan etken, egemenlerin farklı sebeplerle desteklediği, göz yumduğu, yıllara yayılmış bir paylaşım kavgası gibi duruyor.

Kan davası ülke gerçeklerinin toplamından bağımsız değil. Kısasa dayalı bir ‘adalet gerçekleştirme’ geleneğinin demokrasinin neredeyse her türlü pratiğinden böylesine uzaklaşmış bir devlet içinde zayıflamış olsa da yok olmasını beklemek gerçekçi olur mu?

Bu ülkede her gün bir kadın öldürülmesine rağmen İstanbul Sözleşmesi’nden çıktık. Hukuka güven kalmadığından hak ve adalet arayışı bugün sosyal medya üzerinden yürütülmeye çalışılıyor ki dezenformasyon yaymaya, kullanıcıları ‘galeyana getirmeye’ çok müsait bir platform, yer yer işe yarasa da hakkıyla işleyen bir kanunlar sisteminin yanında bağırıp çağıran, ne yapacağı belli olmayan öfkeli, çaresiz bir çocuk gibi.

Her seviye ve boyutta çeteleşme, koruculuk, ağalık, aşiret düzenleri benzeri ciddi siyasi ve toplumsal sorunlar ele alınıp temelden çözülmezse bu topraklardaki şiddet bitmez.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

Kültür Sanat Haberleri