M. Bahadırhan Dinçaslan yazdı: Türk’ten Haymatlos olur mu?

M. Bahadırhan Dinçaslan, Türkiye’deki eğitimli gençlerin yurtdışına gitme temayüllerindeki artışın neye işaret ettiğini yorumluyor.

Uzunca bir süredir hem anaakım medyada, hem sosyal medyada tartışmalara konu olan bir olgu var: Türkiye’den “defolup gitmek”. Özellikle gençler arasında hayli yaygın bir düşünceye dönüştü bu. Türkiye’ye gitgide hakim olmaya başlayan yaşam tarzının ve torpil olgusunun güçlenmesinin kaygılandırdığı gençler gitmek istiyorlar. İktidar partisinin özellikle Gezi olaylarından bu yana, “gençler arasında desteğimiz az” diyerek resmi ağızlardan da ifade ettiği bir kırılması da var gençlerle, bu Türkiye’nin nitelikli gençliğini büyük oranda kaybetmesiyle sonuçlanabilir. Öte yandan, bu olguya dair tepkiler de iki türlü: Kimileri, biraz da “bize yer açılır” düşüncesiyle, bu gençleri topyekün aşağılayıp, “defolup gitsinler vatan haini şerefsizler” diyorlar, diğerleri de kaygı duyuyor ancak gençlere “gitme” diyebilmek için ikna edici argüman bulamayıp duygusal yönden yakalamaya çalışıyorlar. Pekala, gençler Türkiye’den gitmeliler mi? Giderlerse nasıl olacak? Bu soruya beşeri bilimlerde karşımıza çıkan bazı nazariyeler ne diyor, buna bakabiliriz.

Yıllar önce Amerikalı bir arkadaşım, “Yıllardır Türkiye’deyim, Türkçem çok iyi. İnsanlar benimle konuştuklarında çok iyi anlıyorum ancak kendi aralarında konuştuklarında, konuşma hızları aynı bile olsa sanki aramıza bir perde iniyor, hiçbir şey anlamıyorum.” demişti. Ben de bunu “yüksek bağlamlı kültür” tabiriyle açıklamıştım: Türk kültürü yüksek bağlamlı bir kültürdür. Türkçe bilmek, Türklerle anlaşmak için yeterli değildir ancak kültürel bağlama aşina olmak kelimelerin kodladığı fikir, duygu ve anlamları deşifre etmeyi mümkün kılar.

Yüksek Bağlamlı –  Düşük Bağlamlı Kültür

Antropolog Edward T. Hall, kültürlerin tasnifini, söz konusu kültürde gerçekleşen iletişim süreçlerinde bağlamın belirleyiciliğine göre yapmış ve birbirine izafi olarak iki tür kültür olduğunu söylemiş: Yüksek bağlamlı kültürler ve düşük bağlamlı kültürler. Buradaki yüksek ve düşük ifadeleri üstünlük belirtmiyor, yalnızca bağlamın etkisinin yüksekliği ve düşüklüğünü ifade ediyor. Buna göre, kimi kültürlerde bağlam, kelimelerin ne anlama geldiğini belirlemede sözlük anlamlarından daha etkindir. Diğer kültürlerde ise kasıt genellikle bağlama hakim olunmasa da yalnızca kelimelerin sözlük anlamını bilerek anlaşılabilir.

Tabii her kültürde bağlam önemlidir ve her dilde mecazlar, kinayeler, dolaylı anlatımlar mevcuttur. Ancak bazı kültürlerde konuşurken bağlamı daha fazla gözetmek, paylaşılan bir ortak bilinç ve bilinçaltının motiflerinden beslenmek zorundasınızdır. Diğer kültürlerde ise bağlam değişse de sözcüklerin anlamı –görece- pek az değişir, söylediklerinizin “arkasında” çok daha az anlam gizlidir. Bir Shakespeare sonesini anlamak için yapmanız gereken ön hazırlık ile, bir Baki gazelini anlamak için yapmanız gereken ön hazırlık arasında fark vardır: Osmanlı Türkçesine hakim olsanız bile tarihine, kültürüne, tasavvuf geleneğine, mazmunlara ve gönderme yapılan motiflere hakim olmadığınız takdirde, yalnızca kafiyeli ve vezinli kelimeler yığını görürsünüz. Yahut Türkiye’de bir reklam kampanyası yapacaksanız ince göndermeler, toplumsal bilinçaltını tahrik edecek kapalı yerleştirmeler yapmalı, çok boyutlu düşünmelisiniz. Amerika’da yapılacak bir reklam kampanyası ise çok daha doğrudan, açık ve net olmalıdır. Amerika içerisinde de Maine eyaletinde yapılacak bir kampanya ile, Teksas’ta yapılacak bir kampanya arasında bir fark oluşur, zira Teksas’taki kültür daha yüksek bağlamlıdır.

Kültürler neden yüksek bağlamlı ya da düşük bağlamlı oluyor? Elbette kök nedenler kültürlerin oluşma sürecindeki yaşam tarzlarında gizli. Kolektif bir yaşam sürmek zorunda olan toplumlarda genellikle yüksek bağlamlı kültürler karşımıza çıkar, bireyci yaşam tarzının eskiden beri daha baskın olduğu toplumlarda ise düşük bağlamlı kültür. Bunun yanında farklı etnisitelerin, dillerin, dinlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan millet yahut toplumlarda bağlam düşüktür, zira alt elemanların asgari müştereği sağlıklı iletişimin mümkün olabileceği yegane düzlemdir, o düzlemin dışına çıktığınızda anlaşmazlıklar baş gösterir. Böyle toplumlarda “ortak kültür” düşük bağlamlı, alt-etnik kültürler yüksek bağlamlı olabilir, en güzel örneği tipik bir yüksek bağlamlı kültür olması beklenen ama olmayan Hindistan: Onca dilin, dinin, etnik menşein hakim olduğu ülkenin ortak kültürü düşük
bağlamlıdır.

Ekseriyetle, Batı Avrupa’nın Doğu toplumlarına kıyasla, kuzey toplumlarının da güney toplumlarına kıyasla daha düşük bağlamlı kültürlere sahip olduğu kabul edilir. Türkler, Japonlara göre daha düşük bağlamlıdır ancak Almanlara göre yüksek bağlamlı; Fransızlar, İspanyollara göre düşük bağlamlıdır, İngilizlere göre yüksek bağlamlı. Bu kültürel özellik, bireylerin davranış kodlarını belirlediği için kültürlerarası etkileşimde, hem toplumların birbiriyle hem de farklı toplumlardan bireylerin arasında gerçekleşen iletişimin nasıl gerçekleşeceğini ve olası sorunları da belirler.

Kahi olur gurbet vatan…

Candan Erçetin’in resmi internet sitesinde, hayatı anlatılırken şöyle bir ifade geçiyor: “Hayatının geri kalanını geçirebileceğine inanarak gittiği Viyana’dan, 1 yıl sonra, ülkesini çok özlemiş olarak geri döndü.” Yahya Kemal’e “Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden.” dedirten şey her ne ise, Erçetin gibi Fransızcası, diğer yabancı dilleri ve daha önce yurtdışı tecrübesiyle gayet güzel yaşayabilecek kadını geri döndürmüş. Kültürümüzün yüksek bağlamlı oluşu, özellikle Batı’ya gittiğimizde yavanlık hissetmemize neden oluyor. Gözlemlemekten, tecrübe etmekten zevk alıyoruz ama aklımıza Körfez gelince dönmek istiyoruz, ömür sürebilecek gibi hissetmiyoruz “gurbet” ellerde.

Türkiye yaşanmaz bir yere dönüşüyorsa, ki dönüşüyor, çözüm Türklerin ekserisi için yurtdışına gitmekte değil. Zira eğer ortalama bir Türk gibi büyüdüyseniz, büyük iletişimsel sıkıntılar yaşayacak, bütün mekanik şartlar yerine getirilse bile asla tam anlamıyla intibak edemeyeceksiniz. Vatan, yine en güzel tarifini Yahya Kemal’de bulmuş, “mutasavver cemaat”in en güzel ifadesiyle:

“…Dünya yüzünde, bir sefer olsun, tanışmadan,
Öz çehrenizle sizleri görmekteyim bu an.

Sizlersiniz bu anı ışıklarla Türk eden!
Eksilmesin şu mutlu şafaklar bu ülkeden!

Gönlüm, dilim, kanım ve mizacımla sizdenim,
Dünya ve ahirette vatandaşlarım benim.”

Hiç tanışmadığımız insanların evlerinde yanan ışıkların bize verdiği huzur, onlarla aynı kolektif bilinçaltını, aynı evreni paylaşmamızdan. Ortalama bir Türk, doğrudan fıtratı nedeniyle aynı hissi başka bir ülkede yakalayamayacaktır.

“İtikadımızca cihan vatandan ibarettir.” Bunu diyen şair belki de asırlar öncesinde “Kün tuğ bolgıl kök kurıkan” (güneş tuğ olsun, gök çadır) diyerek yeryüzünü vatan kılma azmini ilan eden atasına nazire yapıyordu. Kan ve toprakla rabıta kuramadığınız, paylaşılan hikayelerle toprağın ötesinde bir anlam atfedemediğiniz bir coğrafyada, bu kültür ve dille doğmak ve büyümek tesadüfü, aynı zamanda laneti yüzünden, asla tamamlanmış hissetmeyeceksiniz. Daha kaliteli yaşayacaksınız, şikâyetinize neden olan şeyler ortadan kalkacak ancak mutluluğunuz hiçbir zaman kemale eremeyecek, “onlar gibi” olmayı, bu yeni çevrede mutlu olabilmeyi öğrenmeye çalışırken hayatınız tükenip bitecek. Bu, bir kehanet değil, hem çeviride hem de göçmenlikte, yüksek bağlamlı kültürden düşük bağlamlı kültürlere adaptasyonun çok zor olduğu bilimsel makalelere konu olarak ileri sürülen bir şey.

Kahi vatan gurbetlenir…

Bilimsel “kehanetler”le Türk gencine “ancak burada mutlu olabilirsin” diyerek duygusal anlamda tecrit ettikten sonra, söylenmesi gereken başka şeyler de var. Türkiye’de tuhaf bir toplumsal piramit uzun zamandır ilgimi çekiyor: Kaymak tabaka mutsuz, memnuniyetsiz ancak katma değer yaratıyor. Topluma hiç faydası olmayan, eğitimsiz, ancak karnını doyurup yaşamını devam ettirmeyi, onu da en asgari şartlarda, becerebilen kitleler ise memnunlar. “Yerli ve milli” denince aklımıza ikinci sınıf geliyor, ilk sınıfa “Robert mezunları”, “beyaz Türkler”, “elitistler” diyoruz; onları aşağılıyoruz, itiyoruz, gitsinler istiyoruz. Oysa tam tersi beklenirdi, herhalde.

İşçimizin sağcı, zenginimizin solcu konumlanması gibi, bize has absürtlüklerin elbette bir anda sonu gelmeyecek. Ancak “muhafazakar” kesimin “elit” düşmanlığı oldukça belirgin, rövanşist bir zihniyetle şu kadar yıllık cumhuriyetin yetiştirebildiği herkes çemberin dışına itiliyor; yerleri ise liyakat ve kabiliyete göre değil, mediokratik yöntemlerle dolduruluyor. Bu toplumsal kamplaşma, iki kesim için de hüsranla sonuçlanacak. Birinci kesim iyiden iyiye mutlu olma şansını yitirerek, Tolkien’in sürgündeki Elfleri gibi mahzun ve mağrur bir hayatı yurtdışında ararken, ikinci kesim nitelikli iş yapabilecek, toplumu ileriye taşıyabilecek herkesi ve onları yaratan zihniyeti kendi eliyle kovalayarak, kendisini yozlaşma, kısırlaşma ve bayağılaşmaya mahkum edecek.

Umuyorum ki karar alıcılar, siyasi tercih ve dünya görüşleri nedeniyle “gözlerine kestirip” dışladıkları kesimin yok olmasının neye mâl olacağını görür ve bu zararın ilk işareti olan gençlerin yurtdışına gitme arzusunun mesajlarını anlayarak bir hamle yaparlar. O zaman belki, tahayyülümüzde vatan kalır
eski haliyle.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

Görüşler Haberleri