ÖZEL HABER / ERKUT TEZERDİ
Türk edebiyatının olmazsa olmaz şehri İstanbul. Eyüpsultan’dan Haliç’e, Rumelihisarı’ndan Boğaziçi’ne, Çamlıca’ya Fatih’e uzanan eşsiz bir kent. Beşir Ayvazoğlu’nun da deyimiyle; bu olağanüstü şehrin Türk edebiyatına nasıl yansıdığını, şehrin şairler, romancılar ve hikâye yazarları tarafından nasıl algılandığını enine boyuna anlatan bir kitap yazmaya kalkışılsa acaba kaç cilt tutar? Bunu kestirmek çok zor! Çünkü İstanbul’un edebiyatla, edebiyatın da İstanbul’la ilişkisi sona ermeyecek bir süreç... Ayvazoğlu ‘Bir Ateşpâre Bin Yangın’nda romanlardaki, şiirlerdeki Yeditepe’yi anlatıyor.
Şehrin ruhunu, değişimini gerek eserlerden dörtlükler gerekse de siyah-beyaz çekilmiş resimlerle gözler önüne seriyor. İstanbul’u sevmek için de illaki yerlisi olmak gerekmediğini belirten Ayvazoğlu “Yahya Kemal Üsküplüydü, İstanbul’u ilk defa on sekiz yaşında görmüştü. Ben de Sivas’ta doğdum, çocukluğumu, ilk gençliğimi bu taşra şehrinde yaşarken onun eserlerini ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Beş Şehri’ni okuyarak İstanbul’u görmeden âşık oldum” diyor. Dikkat edilmesi gereken noktanın ise ‘sevgi’ olduğunun altını çiziyor. Anasır-ı Erbaa; Toprak, Su, Hava ve Ateş isimli bölümlerle okuyucuya ulaşan kitaba adını Ateş’teki yazının başlığı veriyor: ‘Bir Ateşpâre Bin Yangın’.
Ayvazoğlu’nun kitabı İstanbul’un edebi yönünü şiirler, romanlar ve hikâyelerle tasvir ediyor. Yeri geldi mi Yahya Kemal yeri geldi mi Necip Fazıl, Nedim, Nâmık Kemal ve Ahmed Midhat Efendi anlatıyor. ‘İntibah’taki Ali Bey Çamlıca gezisi sırasında Mahpeyker’i görüp beğeniyor; ‘Turfanda mı Yoksa Turfa mı’da Mensur Bey Boğaziçi’ni resmediyor; ‘Miss Chalfrin’in Albümünden’de ise Beyoğlu’nun levantenleri aktarılıyor...
İstanbul’un her açıdan büyük değişimi, romanlarda ve şiirlerde anlatılan manzaralar ile semtlerin şu anki durumları yan yana getirildiğine ortaya çıkıyor. Mesela Reşat Ekrem Koçu’nun ‘İstanbul Ansiklopedisi’nde tarif edilen edilen Eminönü’ndeki Ahi Çelebi Camii’nin konum bilgisi artık geçersiz! Çünkü caminin eskiden arasında kaldığı Balıkpazarı ve Yoğurtçı Hüseyin Sokağı artık yok! Kitapta bahsedilenler elbette ki yalnızca bu örnekle sınırlı değil! Necip Fazıl’ın Sultanahmet’e doğru inen sokaklardan birinde yer alan, dünya geldiği kocaman konak; Mehmed Akif’in doğduğu ve ilk gençliğini yaşadığı Fatih Sarıgüzel mahallesindeki ev; Burhan Felek’in kibar semti İhsaniye; hatta I. Dünya Savaşı sonlarında sırf kiliseye çevrilmesi için havaya uçurulma tehdidi alan Ayasofya veya Yıldız Sarayı Kütüphanesi’nin yağmacılar tarafından talan edilmesini önleyen Kalkandelenli Sabri Hoca... Kitapta tarihle edebiyat, kurguyla gerçek, kahramanlarla yazarlar içe içe geçiyor.
HER KUŞAKTAN EDEBİYATÇININ YEDİTEPE’NİN HER KÖŞESİNE ÖZEL BİR İLGİSİ VAR
‘Bir Ateşpâre Bin Yangın’nda geçmişten günümüze her kuşaktan edebiyatçının özel ilgi alanlarına, edebiyatına ve ‘ilk’lere değiniliyor. Tanpınar’ın eserlerinde meyve ağaçları üzerinde özellikle durması, Türk bahçesini, bahçelerin ve ağaçların İstanbul şehir estetiğindeki yerini çok iyi bildiğini gösteriyor. Mustafa Kutlu, bir tekkenin terk edilmişliğine, bir ahşap evin, konağın, yalının yakılmasına içi ne kadar yanıyorsa, ağaçların acımasızca kesilip yok edilmesine, bakımsızlıktan kurumasına da o kadar üzülüyor.
Ayvazoğlu’nun edebiyatımızdaki belki de tek piroman karakter olarak açıkladığı Hüseyin Rahmi’nin ‘Ölüm Bir Kurtuluş mudur?’ romanındaki Saffet Avni Bey, açık gaz tenekelerine yanan kibritler fırlatmayı seviyor. Modern edebiyatımızda ilk realist yangın tasvirinin ise Nâmık Kemal’in tarihi romanı Cezmi’de yapıldığı açıklanıyor. ‘Bir Ateşpâre Bin Yangın’ İstanbul’un edebiyatla buluştuğu, edebiyatın da Yeditepe’yi anlattığı çok kapsamlı, eşsiz bir edebi miras.