Üç silahşörler jeopolitik dengesini nasıl değiştirecek?

‘Avrasya Çıkmazı’ kitabının yazarı olan Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümündenden Dr. Orhan Gafarlı, Dağlık Karabağ’da yaaşanan çatışma üzerinden değerlendirmede bulunuyor.

Ermenistan’ın 27 Eylül tarihinde Karabağ’da gerçekleştirdiği askeri provokasyon Azerbaycan ile arasında yeni bir savaşın fitilini ateşlemiştir. Bu savaş; eski çatışmalarla mukayese edildiği zaman, pek çok veçhesiyle farklı hesaplar sonucu meydana gelmiş, yeni bir resim ortaya koymuştur. Öncelikle, Güney Kafkasya’da var olan müttefiklik ilişkileriyle ilgili klasikleşmiş yerel yargıları sorgulamıştır. Bu yüzden, 27 Eylül’de başlayan çatışma, yalnızca Azerbaycan-Ermenistan dengesi üzerinden okunmamalı; arkasındaki büyük resme de bakılmalıdır.      

BM, Karabağ’la ilgili olarak dört ayrı karar almış ve Ermenistan ordusunun bu bölgeden çıkmasını istemiş, sorunun barışçı yollarla çözümü çağrısı yapmıştır. Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığı, Ermenistan da dahil olmak üzere hiçbir devlet tarafından tanınmamıştır. Öte yandan Ermenistan, Karabağ’daki Ermeni soydaşlarına her açıdan destek vermekte ve süreci bu noktaya götüren ülke olmaktadır.

Neredeyse otuz yıldır, Dağlık Karabağ ve çevresindeki yedi rayon (il) ile ilgili sorunun çözümü için görüşmeler yapılmaktadır. Ayrıca Azerbaycan ile Ermenistan arasında, zaman zaman taciz ateşleri ve kısa süreli çatışmalar yaşanmıştır. 2016 yılının Nisan ayında ise dört gün süren bir savaş meydana gelmiştir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) çerçevesinde ABD, Rusya ve Fransa’nın katılımıyla kurulan Minsk Grubu, 25 yıllık bir zaman dilimi içinde ‘‘Aşamalı Plan’’ ve ‘‘Paket Plan’’ ya da bu ikisinin karşımı şeklinde çözüm planları önermiştir. İlk olarak Ermeni askerlerinin Karabağ’dan çıkması, Dağlık Karabağ çevresindeki beş rayonun boşaltılması ve daha sonra bu bölgenin statüsüyle ilgili sorunun çözülmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu süreç içinde Barış Gücü’nün bölgeye yerleştirilmesi ve barışın korunmasının güvenceye alınması da önerilmiştir. Barış Gücü’ne katılacak ülkeler konusunda ise fikir ayrılıkları söz konusudur. Rusya, Türkiye ve Fransa tarafından bölgeye dengeli bir şekilde asker yerleştirilmesi ya da Karabağ’la herhangi bir ilişkisi olmayan ülkelerin Barış Gücü’nde temsil edilmesi gündeme gelmiştir.  

***

Karabağ’da Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaş devam ederken, bu yazıda dikkat çekmek istediğimiz husus, bölgesel dengelerdeki değişimleri göstermektir. Amacımız, Azerbaycan’ın tüm dünya tarafından bilinen haklı davasını ve meşru gerekçelerini anlatmak değildir. Keza Türk basını ve kamuoyu da bu konuda yeterince bilgilidir. Bu bağlamda, bölgesel dengelerde yaşanan değişimlerin doğru okunması, gelecekte yaşanması muhtemel değişimleri de görebilme imkânını sağlayacaktır. 

SSCB’nin dağılması sonrasında Güney Kafkasya’daki Karabağ, Güney Osetya ve Abhazya bölgelerinde ortaya çıkan çatışmalar; ateşkes sonrasında durmuş ve taraflar statükoya razı olmuştur. Bu durum, Alexander Dumas’ın ‘‘Üç Silahşorlar’’ romanındaki D’Artagnan karakterini anımsatırcasına, “Jeopolitik 3 + 1” formatında denge mekanizmaları oluşturmuştur. Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye ve ABD bir tarafta; Ermenistan, İran, Rusya ve Fransa ise öbür tarafta olmak üzere jeopolitik konjonktür, denge ve müttefiklik ilişkileri devam etmiştir. Son 25 yıl boyunca bu denge mekanizması işlevsellik kazanmış, statükoyu barışçı yollarla değiştirmek amaçlanmıştır. Karabağ sorununun Minsk Grubu aracılığıyla çözümü için görüşmeler yapılmış ve öneriler ortaya atılmıştır. Türkiye’nin ve Batı’nın verdiği destekle, bölgede Gürcistan ile Azerbaycan arasında askeri işbirliği, güvenli bir enerji koridoru ve ulaşım-alt yapı çalışmaları sağlanmıştır. Diğer tarafta ise Rusya, Ermenistan ve İran, askeri ve ekonomik işbirliği yapmıştır. Fransa ile Ermenistan arasındaki ilişkiler de benzer şekilde bu denge mekanizmasına katkı sağlamıştır.

***

Son yıllarda Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ın iç politikalarında yaşanan değişimler, eski Sovyet ülkelerindeki Renkli Devrimler ve Orta Doğu’da yaşanan Arap Baharı, bölgesel ve küresel aktörlerin sayısının artması sonucunda çok kutupluluk anlayışının ivmelenmesi; Güney Kafkasya’daki dengeleri kökünden değiştirmiştir. Küresel politikada klasik müttefiklik ilişkileri, ittifaklar ve ortak hareket etme anlayışı; yerini ulusal çıkarlar ve tehditler karşısında kısa zamanlı işbirliği modeline bırakmıştır. Soğuk Savaş ve sonrasında dünya siyasetinde alışık olunan kırmızı, siyah ve beyaz gibi net renkler; yerini muğlâk çizgilere bırakmıştır. Bu muğlâklık kafa karıştırıcıdır, zira aktörlerin hem işbirliği yaptıkları hem de karşı durdukları farklı bölgeler ve durumları ortaya çıkarmıştır. Örneğin İsrail ile Türkiye’nin Filistin meselesinde, Doğu Akdeniz bölgesinde ve Libya’da farklı taraflarda olması; Güney Kafkasya sorununda aynı safta olmalarını engellememiştir. Rusya, Türkiye ile Libya meselesinde farklı taraflarda yer alsa da Suriye ile ilgili Astana sürecini birlikte götürmektedir. Son otuz yıldır Rusya, Ermenistan’da askeri üs bulundurmaktadır ve Kolektif Güvenlik Örgütü Teşkilatı çerçevesinde bu ülkeyle askeri ittifak ilişkileri kurmuştur. Ancak bu örgüt içinde Belarus ve Kazakistan, Erivan’ın statükocu politikasını hiçbir şekilde desteklememiştir. Ermenistan-Rusya ilişkilerinin sarsılmasının bir diğer nedeni de, Ermenistan’ı neredeyse iki yıldır yöneten Paşinyan iktidarıdır. Paşinyan’ın “Renkli Devrim” süreci sonunda iktidara gelmesi ve Sarkisyan-Kocaryan ikilisine yaptığı muhalefet üzerinden Rusya karşıtlığı, iki ülke arasındaki ilişkileri bozmuştur. Her ne kadar Paşinyan, ülkesinin Rusya ile olan jeopolitik işbirliğini bozmayacağını ifade etse de, Kremlin’e güven verememiştir.

Yukarıda vurgulanan gelişmeler, 27 Eylül’de başlayan Karabağ savaşının gidişatının değişmesinde ve Rusya’nın tarafsız kalmasında temel etkenlerdir. Bu gelişmeler ışığında, Güney Kafkasya bölgesinde Ankara, Bakü ve Moskova hattında bir yakınlaşmanın ortaya çıktığı görülmektedir. 29 Eylül’de İlham Aliyev Rus televizyonuna verdiği röportajda, Ankara ve Moskova için ortak tehdit olarak ‘‘Soroscu Paşinyan iktidarı” vurgusunu net şekilde yapmış, Türkiye ile Rusya’yı aynı çizgide buluşturmuştur. Bu çizgiye yalnızca Soros-Paşinyan ekseni olarak bakılmamalı, altta yatan mesaj daha geniş yorumlanmalıdır.

***

Soros özelinde Neoliberal Küreselci anlayış, ulusal çıkar ve tehdit öncelikli dış politikası olan ülkeleri farklı bölgelerde hem dost hem de düşman haline getirebilmektedir. Devletler, ulusal çıkar-tehdit dengesi çerçevesinde hareket ederek, dış politikaya tek pencereden bakmak yerine çok boyutlu bir dış politika izlemektedir. ABD’deki milliyetçi - muhafazakâr iktidar dönemindeki trend, Soros ve Neoliberal Küreselleşme karşıtıdır. Ulusal sınırların egemenliği öncelik halini almıştır. Azerbaycan, neden bugün Ermenistan’ın provokasyonlarına kararlı bir yanıt verme ihtiyacı duydu sorusunun cevabı, yukarıda açıkladığımız bu resimde görülmektedir.

Bakü yönetimi; yerel, bölgesel ve küresel düzeyde yaşanan değişimleri titizlikle takip ederek harekete geçmiştir. Soros-Paşinyan iktidarının Rusya’yı tedirgin etmesi, Bakü-Moskova hattında yakınlaşmayı sağlamış; Ankara’nın da katılımıyla jeopolitik tablo yeniden çizilmiştir. Dünya siyasetinde genel olarak milliyetçi muhafazakâr liderlerin egemen olması, Neoliberal küreselleşmeci politikalara karşı ulusal çıkarların söz konusu olmasını beraberinde getirmiştir. Tabii bu faktörler karşısında öne sürebileceğimiz bir diğer tez de, çok kutuplu düzeni savunan ve Batı’dan gelen tehditler sonucunda “ortak öteki” algısını benimseyen Ankara ile Moskova yönetimlerinin, ortak bir vizyonda buluşmalarıdır. Ayrıca Ankara-Moskova hattında, bölgesel konularda ve özellikle ulusal sınırların egemenliği konusunda mutabakat sağlanmıştır. Yalnızca Kırım konusunda Türkiye ile Rusya arasında fikir ayrılığı bulunmaktadır.  

***

Bütün bu gelişmelerin ışığında, Karabağ’da yaşanan son savaş, klasik jeopolitik ‘‘Üç Silahşorlar ve D’Artagnan’’ denge mekanizmasını sarsmış ve tektonik değişimlerin önünü açmıştır. Bundan sonra Türkiye ile Rusya’nın farklı jeopolitik cephelerde bir araya gelmesini, Schopenhauer’un “Kirpi İkilemi” hipotezini sorgulayacaktır. Karabağ meselesinde Rusya’nın kapı arkasındaki sessizliği, Bakü’nün aracılığıyla Ankara ile ortak bir noktada buluşturulması; kısa vadede Türkiye, Azerbaycan ve Rusya’nın çıkarlarını örtüştürecek ve ortak tehditler karşısında birbirilerine karşı daha toleranslı yaklaşacaklarını göstermektedir. Karabağ’da ateşkesin sağlanması sonrasında Paşinyan iktidarının geleceği ve Gürcistan’ın jeopolitik hamlelerini takip etmek, önemli olacaktır.

Karabağ’da ateşkesin sağlanmasından sonra Ermenistan ve Azerbaycan’ın, sorunun diplomatik yolla çözümünü teminen masaya yeniden oturacakları açıktır. Fakat burada önemli olan olgu, Minsk formatının sorgulanmasıdır. Ankara, Astana sürecine benzer yeni bir formatın sinyalini dillendirebilir. Böylelikle jeopolitik anlamda tektonik değişimlerin yaşandığı bir süreçte, eski denge mekanizmalarına dayanan Minsk Grubu’nun formatı ve üyeleri tartışmaya açılacaktır.  

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

İlgili Haberler

Libya'daki taraflar Mısır'daki istişareleri sürdürüyor
Yeni anayasa ihtiyacı
Pergamon kütüphânesi

Görüşler Haberleri