Atatürk kendinden nasıl bahsederdi?

Akif Beki

Gazi Paşa nefreti, gözlerini kör etmiş bunların” demişliği var mıdır mesela?

Ağzından şöyle bir sitem çıkmış mıdır: “Mustafa Kemal düşmanlığından Cumhuriyet’e bile düşmanlık yapıyorlar.”

Ya da şu tür bir cümlesi: “Atatürk kaybetsin de varsın Türkiye kaybetsin diyecek kadar şahsıma kin ve garezle saldırıyorlar.”

30 Ağustos Zafer Bayramı öyle kutlandı, böyle kutlandı tartışmalarını izlerken geldi aklıma.

Bazı troller “Hakkıyla kutlandığını söyledim diye şahsıma saldırıyorlar” tivitleri attı.

Aldı beni bir merak...

Troller bile ‘ben’ yerine ‘şahsım, zatım’ diyecek hale geldiyse...Acaba Mustafa Kemal, kendinden nasıl söz ediyordu?

Milli Mücadele’nin lideri, Kurtuluş Savaşı’nın muzaffer başkumandanı, TBMM Reisi, Cumhuriyet’in birinci kurucusu, tek adam, Reisicumhur, Gazi Paşa ve mareşaldi.

Konuşurken lafa ‘şahsım, şahsıma’ diye mi başlıyordu?

Kendisinden üçüncü tekil şahıs gibi mi bahsediyordu? “Mustafa Kemal” diye, başkasından bahseder gibi...

Yoksa ‘ben, bana, benim, bendeniz, bence’ yerine birinci çoğul kişi olarak ‘biz’ demeyi mi tercih ediyordu?

Eski kuşak gazete yazarlarında bile sık görülen bir fenomendir. ‘Ben’ demez, ‘biz’ derler. Kendilerinden “Bu satırların yazarı” diye bahsederler.

Bu hali; büyüklenme hezeyanı, grandiyözite bozukluğu, ego patlaması, megalomani, kibir ve kurumlanma rahatsızlığı gibi nedenlere bağlayanlar var. Bilemem, psikiyatrinin alanıdır.

Ben sadece durum tespitiyle ilgileniyorum.

İz sürmek için “Nutuk”ta kullandığı dili seçtim.

Belgeler hariç yüzlerce sayfa tutuyor. 1919-27 yılları arasını anlatan “Nutuk”u, sular seller gibi hıfzetmiş bir arkadaşımı aradım.

Söylediği şu: “Nutuk’ta kendisi için ‘ben’ demeyi tercih etti, birinci tekil kişi kipiyle konuştu.

Sadece dil akışının gerektirdiği yerlerde, söz tekrarından kaçınmak için ‘şahsım, zatım’ demiştir...”

Örnek: “Bu talimatnameyi okuyan bana en yakın kumandanlar dahi, bu teşebbüsü şahsıma atfederek birçok şüphe ve tereddütlere düşmüşler...”

Muhaliflerin “Mustafa Kemal’in fırkası” diyerek partisine yönelttiği eleştirileri aktarıyor bir yerde de. Tararken rastlamıştım.

Ama arkadaşım, bu gibi istisnaların da muhalefetin dilinden kaynaklandığı fikrinde. Kendisinin, tercihen partisini anma biçimi bu değilmiş.

Hatırınızda kalsın, bir de bu gözle bakarsınız.

BARIŞ ATAY'A SALDIRI

Allah’tan Meclis Başkanı Şentop, milletvekili olması bakımından sahip çıktı. Atay’a ‘fiziki şiddet’i kabul edilemez buldu, kınadı.

Kılıçdaroğlu Çubuk’ta lince uğradığında, ‘anamuhalefet lideri’ bile denmemişti. Saldırganların öfkesine hak verilmişti. Kendisini niye dövdürdüğünü, ne yapıp da dayağı hak ettiğini düşünmeye çağrılmıştı.

Neyse ki Barış Atay’ı, suçu kendisinde aramaya, saldırganları niye kızdırdığını düşünmeye çağıran bir sözcü duyulmadı henüz.

Yeter mi peki?

İçişleri Bakanı Soylu’yla Twitter’da atışmasını takiben tenhada kıstırılıyor. Organize, hedef gözeterek değil de spontane ve münferit midir?

Atay, Bakan Soylu’yu şöyle ağır eleştirmişti:

“Sen bir seri tecavüzcüyü korudun, kolladın @suleymansoylu...unutmaman için uğraşacağız...”

Bakan Soylu da şu suçlamayla karşılık vermişti:

“Tecavüzcü PKK yöneticilerinin talimatıyla HDP’den milletvekili olan PKK ve DHKP-C artığı; Benden ‘tecavüzcü kollayıcı’ olmaz da senden tam tecavüzcü olur... Tuma’nın kollayıcısı, dikkat yakalanma...”

Atay’ınkini ağır ve haksız da bulsanız, siyasi eleştiri kapsamında. Sivri, ayarsız dilinden nasip almış biri olarak söylüyorum.

Fakat cevaptaki ‘özelini biliyorum, gözüm üstünde’ iması, ‘dikkat yakalanma’ uyarısı ve terör bağı suçlaması maksadı aşmıyor mu?

İçişleri Bakanı, bir siyasi muhalifinin terör veya tecavüz suçuyla bağlantısını tespit ettiyse yapması gereken yargıya taşımaktır. Polemikte kullanmak değil.

Üstelik...Sokağı kaşıyan, kişileri hedef gösteren, can güvenliğini tehlikeye atan provokatif tepkilerin karşısına herkesten önce İçişleri Bakanı dikilmeli.

Gidişat, hayra alamet değil.

Muhalefet, yöneticileri sorumluluğa, sağduyuya davet ediyor. Tersi olmalıydı.

Huzur ve güvenliğimizi emanet ettiklerimiz, geç olmadan kendilerine şunu sormalı ve gereğini yapmalı değil mi:

Ahmet Kaya yaşıyor olsa barındırılır mıydı bu siyasi iklimde? Dar edilmez miydi yine vatanı?

Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e, siyasi cinayet kurbanları yaşatılabilir miydi bugün?

ÖZÜR DİLEMEK ÇOK MU ZOR?

Cumhuriyet yazarı Işıl Özgentürk, kaş yapayım derken göz çıkardı.

Güya Batman’daki tecavüz sanığı uzman çavuş vakasını irdeleyecek. Suçu kurbanda, kurbanın yetiştiği ailede ve şehirde aramaya kalktı. Bütün Batman halkını karalamaktan çekinmedi.

“Batman’daki genç kızların ya dağa çıkmak ya da kentte görev yapan asker, bürokrat biriyle evlenmek şeklinde iki seçeneği var”mış da...”Bekaretini kaybetmiş genç kızlar, intiharı kurtuluş olarak görüyor”muş da...

Su katılmamış bir akıl tutulmasıydı.

Bu genellemedeki densizliği, şuursuzluğu anlatan tepkiler aldı.

Feministlik ve solculuk yaptığını zannederken şovenlik ve ırkçılık yaptığı anlatılamadı yine de.

Batman’ın dünyaya açılan yüzü Ahmet Güneştekin de denedi. Sanatçı dostum, iki kız çocuğu babası olarak nerede yanlış yaptığını Özgentürk’e göstermeye çalışanlardandı.

Ama nafile, lafını bilmedi. Tepeden bakan ‘üstünlük’ sarhoşunu ayıltmak ne mümkün!

Telafisi zor değildi. Hepi topu “Gafletime geldi, niyetim iyiydi ama aşağılayıcı ve karalayıcı bir genelleme yaptım. Farkına vardıranlara teşekkür ederim. Utandım. Ayıp ve hata ettim. Kırdığım, incittiğim herkesten özür diliyor, aflarına sığınıyorum” dese biterdi.

Oysa Özgentürk, ‘’Tamam anlaşıldı, duyduğum gördüğüm her şey yalanmış, Batman halkından özür diliyorum” diye alaycı, hatada ısrar eden, pişkin ve daha küstah bir paylaşımla uzattı.

Yok mu Cumhuriyet’te uyandıracak bir dostu, seveni?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.