Hayal kumbarası

Ali Barskanmay

Veli olarak tanıdığım zamanla aile dostluğuna dönüşen Ayşe Hanım ve İsmet Beylerle kahvaltı masasında buluşuyoruz. Mesleki hayat bizi birçok insan ile tanıştırıyor. Kimiyle mesleki sınırlar içinde bir görüşme ile nihayet bulur, kimiyle de görüşmeler zamanla dostluğa dönüşür. 

Günümüz dünyasında iş-güç, siyasi, toplumsal sıkıntılar içinde bize rahat bir nefes aldıran biriktirdiğimiz dostluklardır. 

Hayatımıza giren insanlar onlarla biriktirdiğimiz gülüşler, hayaller, sevgiler, paylaşımlar bize hayatı anlamlı kılan nefeslerdir. İşte geldik, gidiyoruz. Giderken ne götüreceğimiz malum. 

Yalnız hayata kattıklarımız bizi kamil insan kılmaya yol aldırıyor. Tam tersi de mümkün, hayatı hep al gülüm ver gülüm ile geçirdiğimizde ise ömrün nihayetinde elde kırık dökük üç-beş çanak çömlek, yırtık pırtık değerinde birkaç kuruş. 

Hayatın kemalatına dair elde var geri dönüşü olmayan pişmanlıklar. 

Ayşe Hanımlar da öğretmenlik hayatımın dost birikimlerinden. Gönül ne çay ister ne çayhane / Gönül hoş bir sohbet ister çay kahve bahane misali kahvaltıda buluşuyoruz. 

Masanın hesapta olmayan sevindirici misafiri sekiz yaşındaki kızları: İnci. 

İnci, ismine has bir güzellik taşıyor. 

İnci bir yüze sahip olmanın ötesinde doğru anne-baba elinde büyümenin getirdiği özgüvenle inci gibi davranışa, gülüşe, ifade gücüne de sahip. 

Çocuklar gülünce dünyanın güzelleştiğine hepimiz sürekli şahit oluyoruz. Çocuk gülümseleri, yaşadığımız yapay veriler ile donamış modern hayatın yükünü bizden uzak tutup iç dünyamıza huzur katıyor. 

Bazı zevatın, çocuğu yük görmesi çocuğa “fıtratı” itibarıyla bakmamasından kaynaklı marazi bir değerlendirmeden kaynaklanıyor. Çocuk bize Tanrı’nın bir lütfu olup biz çocuk üzerinden evriliyoruz, tekamül ediyoruz. Çocuk; anne ve babayı ‘kendini okumada, olma olgunluğuna çıkarmada’ bir ilahi lütuf. Meyveli ağacın zikri ile meyvesiz ağacın zikri aynı mıdır? Bu anlamda çocuk bize muhtaç değil, biz insan olarak insani mefkûrede bir hayatın devamı için çocuklara muhtacız. 

F. H. Dağlarca’nın bir dizesiyle pekiştirelim meramı çocuğun anne babanın hayatındaki yerini: 

"Abdest alır gibi vücutlarına giren 

Ağaçların ve Allah’ın bir yurdu"dur. 

İnci’ye dönüyorum sohbetin merkezine İnci’yi alıyoruz. İnci bize hayatını, hayallerini anlatıyor ve sonrasında ekliyor "ama hocam ettiğim dualar kabul olmuyor. Kurduğum hayaller gerçekleşmiyor" serzenişiyle gülümsüyor. 

İnci diyorum, gözlerimin içine bakıyor burgulu peyniri eline alırken. 

Allah ettiğin duaların hepsini senin dua kumbaranda biriktiriyor. Kurduğun hayallerini de hayal kumbaranda saklıyor. Senin şu an bunları kullanmana, bunların gerçekleşmesine ihtiyacın olmadığı için Allah onları senin adına bekletiyor. İlerleyen yaşlarında Allah o dualarını ve hayallerini ihtiyacın olduğu zaman gerçekleştirecek. 

İnci, burgulu peynirin tadına varmanın sevinci ile gülümsüyor. O anda Edip Cansever’in "Masa Da Masaymış Ha" şiirinden gelen "pencerenin ışığıyla" yüzümüz aydınlanıyor. Aynı anda attığımız kahkaha, ağaçsız Fikirtepe'de yeşil bir bahçeye dönüştürüyor İnci’nin yüzünü. 

İnci’nin okul dışında herhangi bir hobi, spor, sanat İle uğraşıp uğraşmadığını konuşuyoruz. 

İnci’nin küçük yaşlardan beri piyano eğitimi aldığını söylüyor babası. Piyano eğitimi alması ille de piyanocu olacak anlamında değil iç dünyasına beden diline zenginlik katmak diye de ekliyor. Maalesef günümüzde çocuğa aldığımız her eğitimden hemen bir yarar, bir karşılık olması tuzağına düşürüyoruz kendimizi. 

Toplum olarak kısa süreli bir beklenti maalesef çocuğunda aldığı eğitimden keyif ve verimlilik almasına mani oluyor. Çocuğun aldığı her eğitim tüm hayatı boyunca çocuğu besleyen bir gıda damlasıdır. İhtiyaç olunca çocuğun hayatına şifa gibi damlar. 

İnci’den yola çıkarak zihnimde canlanan ve gördüğüm yaşadığım bir gerçek: Eğitimlerini sadece okul ile sınırlayan çocuklar öğretmen ve okuldan aldıklarıyla yetinirler ve beklentileri kendilerine birilerinin konuyu anlatması, kendilerini birinin yönlendirmesi üzerine eğitim hayatlarını sürdürürler. Akademik başarıları hep birine bağlı olarak ilerler. Duygu yönetimleri de kaygı ve endişe üzerinden ilerler. 

Oysa eğitim hayatlarında okul dışında okula ek olarak sanat, spor İle uğraşan çocuklar okuldan ve öğretmenden aldıklarının üstüne kendileri de bir şeyler katıyor. Okuldan aldığıyla yetinmeyip kendisi de gelişimine kendinden bir eklenti yapıyor. Akademik başarıları öğretmen olmadan kendi başlarına çalışarak da yol alabilir yöntemler geliştiriyorlar. Biri olmadan da yol alabiliriz, güvenine sahipler. Duygu yönetimleri, kendi kontrollerinde bir heyecan İle ilerler. Heyecan akademik başarılarını zinde tutmanın yanında onları motive de eder. 

Çocuğu hayata hazırlarken sadece okuldaki eğitim ile yetinmek ekmeği yavan katıksız yemek gibidir. Çocuğun beden, duygu dilini doğru adreste doğru zamanda kullanması için sanat, spor olmazsa olmazıdır çocuk eğitiminin. Tıpkı sekiz yaşındaki İnci’nin kendi hayatının merkezine bizi çekmesi ve haftalık yazımı yazma malzemesi bana vermesi gibi sanat ve spor çocukların hayatını zenginleştirdiği gibi çevrelerine de katkı sağlar. 

Sözü Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın iki dizeyle bitirelim yazıyı : 

"Ah, yalnız senin avuçlarında kalsın 

Bütün sırlarını veren boncuklarım."

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.