Bizimki sevgili gardaşım Türk aşkı

Bekir Fuat

Azerbaycan kardeş coğrafya. Hem soydaşlarımızın hem dindaşlarımızın yaşadığı bereketli topraklar. Şairlerin, ediplerin, âşıkların şehri. Tamı tamına yetmiş yıl Sovyet işgalinde kaldı. On yıllar boyunca din diyanet, Türkiye sevgisi unutturulmak istendi. Fakat Allah hadiseleri çeşitli sebeplerle şekillendiriyor, coğrafyayı vatana dönüştürüyor. Bir haftalık Azerbaycan izlenimlerimi yazacağım nasip olursa. Fakat bugün bir güzel adamdan söz etmek istiyorum.

***

Hacı Selim Efendi. O, uzun yıllar Şeki Bölge Müftüsü olarak görev yapmış bir Türkiye sevdalısı. Seksen yaşında ve ahir ömrünü hafız yetiştirmekle, muhabbetle ve duayla geçiriyor.

Azerbaycan’ın Sovyet işgali yıllarında müftülük yapan Selim Efendi 1976’da (Sovyetler dağılmadan) Hacca gitmiş. Bu cümlede bir anormallik var mı? Hayır. Hacca giden bir adam. İşin hakikati öyle değil ama. Müftü Efendi “O Hac sayılmaz, devlet gönderdi, reklam için” diyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bir de 1995’de gitmiş. “Bak o güzeldi” diye ekliyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum. “Amin” diye mırıldanıyorum ancak.

Onun hayatındaki asıl dönüşüm ise 1992de eski parlamenter, öğretim üyesi Nevzat Yalçıntaş’ın Hacı Selim Efendi’yi Türkiye’nin saygın hocalarından Osman Nuri Topbaş’la tanıştırmasıyla başlıyor. Anlattıklarını can kulağı ile dinliyorum:

“1940’ncı yılda Şeki’de doğdum. Babam 41’nci yılda Alman Rus muharebesine gitti, dönmedi. Adı Komünizm ama Sovyet rejimi yılları… Sovyet rejiminin mene göre bir menfi hususiyeti vardı, dinsiz idi, gâvur idi. Geride kalanlar iyiydi. Anadan doğan uşağa bakardı, ölene verirdi. Kanunun başında duranlar insafsızlık, adaletsizlik gösteriyorlardı. Mesela rüşvet olurdu, ama kanuna kalsa Sovyet rejimi pis değildi. Azerbaycan’ın her yerinde bütün mescitleri, camileri yıktılar. Yüzlerce kefensiz din hadimi yatıyor buralarda. Ruslar gitti ve biz cahillikten kurtulmak istedik, dinimizi öğrenmek istedik. Kitap yoktu. Bir tane Kur’an’ı 600 Manata almışım. 600 kilo şekerin fiyatına bir Kur’an almışım. 1992’nci yılda Osman Nuri Topbaş’la tanışmak nasip oldu. Ona dedim ki, “Abim, kendisi tok komşusu aç, bu hadisi alın, bize yardımcı olun.” “İnşallah” dedi. “Altı arkadaşıyla Şeki’ye geldi. Medreseler açtık. Kitaplar getirdi bize. Kur’an getirdi. Onlarca talebeyi Türkiye’de okuttu. Yüzlerce hafız yetiştirdik” “Çok seviyorsunuz hafızları” diyorum. Bakın ne söylüyor: “Hafızın bir kendi gözüne değil, gelip geçtiği sokaklara faydası var. Cansız Kur’an’ı görünce bile saygı duyarız. Onlar canlı Kur’an. Men onu sevdiğim kadar valiyi sevmem, polisi sevmem. Hangi vazifeli adam olursa olsun hafızı sevdiğim kadar onları sevmem. O kadar menim için ezizdir.”

***

“Türkiye” adı geçince heyecanlanıyor. Daha küçük bir çocukken bir radyoları varmış sadece Türkiye kanallarına ayarlı, gizli gizli Türkiye’yi dinler, mutluluktan havalara uçarmış. İstanbul’a “İslambol” diyor. Azerbaycan’da dini hayatın biraz zayıf olduğunu söylediğimde ise “Hayır hayır” diye itiraz ediyor. “Çok iyiyiz, daha iyi olacağız inşallah” diyor ve ekliyor: “Siz bizim yaşadığımız yaşamadınız, tam anlayamazsınız.”

Ermeni çetelerine güvenilmeyeceğini anlatıyor uzun uzun. “Önce size, sonra bize ihanet etti, Allah’ın belası adamlar” diyor. Söz Ruslara gelince, “Rus’un ayağının değdiği yerde ot bitmez” diye sürdürüyor muhabbeti, bir “Ooy” çekerek.

***

Allah ondan razı olsun. Onca yaşına rağmen bitip tükenmek bilmeyen bir imanı, heyecanı ve aşkı var. “Bizimki sevgili gardaşım Türk aşkı” diye bitiriyor tadı damağımda kalan muhabbeti.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (13)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.