Cağaloğlu’ndan Mahmutpaşa’ya

Beşir Ayvazoğlu

İnsan rahata çabuk alışıyor. Vakit kazanmak için açıldığı tarihten beri Marmaray’ı kullanıyorum. Halbuki vapurla yolculuk daha güzel, daha insanî... Üstelik deniz havası alıyor, daha da önemlisi İstanbul’da yaşadığınızı hissediyorsunuz. Birkaç gün önce Sultanahmet taraflarında işlerimi tamamladıktan sonra akşamüzeri Marmaray’a yönelmiştim ki, kendi kendime “Niçin vapurla dönmüyorsun? Böyle giderse vapur zevkini büsbütün kaybedeceksin! Hem şimdi Marmaray vagonlarında yolcular balık istifidir!” dedim ve Ankara Caddesi’ne yöneldim. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin önüne geldiğimde dönüşü daha zevkli hale getirmek için yolumu uzatmak istedim ve Türkocağı Caddesi’ne saptım.

Mütareke devrinde, işgal kuvvetlerinin baskısından kurtulmak için sürekli mekân değiştirmek zorunda kalan Türk Ocağı, sonunda şimdi Türkiye Gazeteciler Cemiyeti binasının işgal ettiği yerdeki konağa sığınmıştı. Bu sebeple, 1934’te İstanbul Şehir Rehberi’ni hazırlarken muhtemelen Osman Nuri Ergin’in Türkocağı ismini verdiği caddenin sağ köşesinde de İran Konsolosluğu yükseliyor. Biraz ilerlerseniz sağda Mimar Aléxandre Vallaury’nin eseri olan ve 19. yüzyılın sonunda Osmanlı borçlarını tasfiye etmek amacıyla kurulan Düyun-ı Umumiye teşkilatı tarafından yaptırılan binayı göreceksiniz. Osmanlı’nın yarı sömürge haline gelişini temsil eden ve 1933 yılında İstanbul Erkek Lisesi’ne verilen bu binayı dört beş ay önce Tarık Buğra için düzenlenen bir programa konuşmacı olarak davet edilince gezme imkânı bulmuştum.

***

Peki, şimdi İran Konsolosluğu ve İstanbul Erkek Lisesi binalarının işgal ettiği geniş alanda daha önce ne vardı? Visconte di Cicala adında bir İtalyan korsanının oğlu olan ve Cerbe Savaşı’nda babasıyla birlikte esir edildikten sonra Saray’a alınıp yetiştirilen, silahtarlık, yeniçeri ağalığı, kaptan-ı deryalık gibi önemli görevlerin ardından sadrazamlığa kadar yükselen Cigalazade (Cağaloğlu) Sinan Paşa’nın muhteşem sarayı... Topkapı Sarayı’na yakınlığı dolayısıyla vezir sarayları ve muhteşem konaklarla bezeli olan bu bölgeyi hayalinizde yeniden inşa edebilirsiniz.

Sinan Paşa’nın Cağaloğlu Sarayı diye şöhret bulan sarayı 1660 yılında İstanbul’un dörtte üçünü küle çeviren Ayazmakapısı yangınında yanıp yok olmuş, fakat adı kalmış yadigâr... Sarayın geniş arsasına Sinan Paşa’nın iki kız torunu tarafından yaptırılan ve halk arasında Çifte Saraylar diye bilinen iki büyük saray da aynı akıbete uğramış, 1826 yılında, Hocapaşa yangınında yok olmuştur.

***

Türkocağı Caddesi’ne aslında biraz da Merkez-i Umumî’nin ne halde olduğunu görmek için sapmıştım. Merkez-i Umumî mi? İstanbul Erkek Lisesi’ni biraz geçtikten sonra solda, İttihat ve Terakki’nin on yıllık iktidarında genel merkez olarak kullandığı meşhur ahşap konak, nâm-ı diğer Kırmızı Konak...

Kırmızı Konak, 1924’ten sonra da elli yıl boyunca Cumhuriyet gazetesini barındırdı. Yer darlığı çekmeye başlayınca bahçesine yaptırdığı sevimsiz bir betonarme binaya geçen Cumhuriyet, depo olarak kullandığı tarihî konağı Şişli’ye taşındıktan sonra boşaltarak kendi kaderine terk etmişti. Önce çatısı çöken, daha sonra yağmurlar yüzünden merdivenleri çürüdüğü için üst katlarına çıkılamaz hale gelen Kırmızı Konak, bir gün yıkılırsa etrafa zarar vermesin diye yüksek bir perdeyle çevrilerek sözüm ona korumaya alınmıştı. Şimdiyse yerinde yeller esiyor. İttihat ve Terakki’nin on yıl boyunca devleti yönettiği Merkez-i Umumî’nin nasıl bir bina olduğunu merak ediyorsanız, avucunuzu yalarsınız. Galiba bir iş adamı tarafından satın alınıp yıktırılmış; aslına uygun olarak yeniden inşa edilecek ve otel olarak işletilecekmiş.

Önceleri kırmızı aşı boyası dolayısıyla “Kırmızı Konak” diye anılan, rengi soldukça ismi de “Pembe Konak”a dönüşen Merkez-i Umumî’nin Yunus Nadi’nin mülkiyetine nasıl geçtiğini bilmiyorum. Bilinen o ki, Yunus Nadi, Atatürk’ün arzusu üzerine 1924 yılında Cumhuriyet gazetesini çıkarmaya, bu binayı da gazetenin merkezi olarak kullanmaya başlamıştı.

Sadece siyasî tarihimiz açısından değil, edebiyat ve basın tarihimiz açısından da büyük önem taşıyan Kırmızı Konak’ta bir zamanlar neler yaşanmış olabileceğini rahatlıkla tahmin edebilirsiniz. Merkez-i Umumî olarak kullanıldığı zamanlarda bile, Ziya Gökalp’ın bir düşünür, bir kültür ve edebiyat adamı olarak çalıştığı ve alt katında ünlü Yeni Mecmua’yı çıkardığı Kırmızı Konak’a altmış küsur yıl boyunca kimlerin girip çıktığını bir düşünün!

Birinci derecede önemli tarihî bir yapı olduğu halde, Nadi ailesinin isteksizliği yüzünden tescil edilemeyen Kırmızı Konak korunmalı, İttihat ve Terakki Müzesi’ne dönüştürülmeli ve bu müzeyi ziyaret edenler imparatorluğun acıklı yıkılış macerasını adım adım izleyebilmeliydi.

***

Yoluma “tarifsiz kederler içinde” devam ettim. Kısa bir süre sonra baktım, sağda Vakıflar tarafından restore ettirilmekte olan küçük bir cami, Hoca Kasım Günani Camii... Fetihten yüz yıl kadar sonra yapılan ve kısa, tek şerefeli güzel bir minaresi bulunan bu camiyi etrafı çevrili olduğu için yakından görme imkânı bulamadım. Hemen karısındaki Rüstempaşa Medresesi adamakıllı restore edilmiş. Cağaloğlu Sinan Paşa’nın önü, bu medreseyi yaptıran “Kehle-i İkbal” Rüstem Paşa’nın, dolayısıyla Mihrimah Sultan’ın torunuyla evlendikten sonra açılmıştı.

Güzelim Rüstempaşa Medresesi’nin çevresinde öylesine çirkin bir yapılaşma var ki insanı itiyor; oradan hemen uzaklaşmak istiyorsunuz. Birkaç fotoğraf çektikten sonra yokuşu inerek “cıvıl Mahmutpaşa”nın bayram öncesi kalabalığına karıştım, Mısır Çarşısı, Yenicami, Üsküdar İskelesi ve vapur... Oh be, dünya varmış!

Aziz okuyucularımın Kurban Bayramı’nı kutluyor, mübarek bayram günlerinin İslâm âlemine barış ve huzur getirmesini temenni ediyorum.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (7)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.