Bir ülkenin kaderi bir siyasi partinin kaderi ile bütünleştirilir mi…

Elif Çakır

AK Partili siyasetçiler ve iktidarın medyasında yazanlar bir süredir muhalefet partilerini “AK Partisiz- Erdoğan’sız bir Türkiye” istemekle suçluyorlar. Bunu açıkça da ifade ediyorlar.

Sürekli duyuyor, okuyorsunuzdur:

Diyorlar ki, “Muhalefet partilerinin tek dertleri var o da Erdoğan’sız ve AK Partisiz bir Türkiye.” Diyorlar ki, “Birileri AK Partisiz bir Türkiye hayal etmeye başladı”, “Birileri yine Erdoğan’sız bir Türkiye projesinin peşine düştüler. Ama biz Allah’ın izniyle bunlara geçit vermeyeceğiz”, “Şer odakları AK Partisiz projesi için toplandılar”! Diyorlar ki, “Türkiye’nin kaderi Erdoğan’la ve AK Parti’yle bütünleşmiş durumdadır. Erdoğan kaybederse Türkiye kaybeder”!

***

Hamasetin, popülizmin ve partizanlığında bir sınırı, bir eşiği olmalı değil mi? Dünyanın neresinde olunursa olunsun, bir ülkenin kaderinin bir partinin ve liderinin “siyasi kaderi” ile bütünleştirmek o ülkeye yapılan bir haksızlıktır.

Hele de Türkiye gibi derin tarihi köklere, çok büyük siyasi tecrübelere sahip, 1. Dünya Savaşı’ndan mağlup olarak çıktığı halde destani bir Kurtuluş Savaşı’nı başaran bir ülkenin kaderi bir partinin ve liderinin kaderine bağlanabilir mi? Bu muazzam bir haksızlık olmaz mı?

Daha açık yazayım, anlatmak istediğim şu: Dindarlar, Kürtler ve Tek Parti döneminin ötekileştirici, dışlayıcı, antidemokratik politikalarından rahatsız olanlar Atatürksüz bir Türkiye hayali kurmadılar mı? Sahi Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy gibi Milli Mücadele kahramanları Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı neden kurmuşlardı?

Bütün tarihimiz boyunca gelip geçen hükümdarları düşünün, Cumhuriyet devrinde gelip geçen Atatürk, İnönü, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan gibi başbakanlık yapmış, ülkenin kaderini yönetmiş liderlerin hepsi rahmetli oldu, ama Türkiye Cumhuriyeti elbette hala devam ediyor. Türkiye yerinde duruyor, bu liderler gelip geçti ama Türkiye hiçbir zaman beka derdine düşmüş bir ülke olmadı.

Dahası tarihimiz boyunca hiçbir siyasi partinin aklına, partileri ile liderlerinin kaderini Türkiye’nin kaderi ile birleştirmek gelmedi. Çok partili döneme geçtiğimiz tarihten bu yana muhalefet partileri iktidar koltuğuna göz diktikleri için hiç suçlanmadılar.

Demokrasinin olmazsa olmazı “iktidar oyunu” değil midir? İktidar oyununu sağlayacak olan seçimler değil midir? Muhalefet partilerinin iktidar koltuğuna göz dikmesi, iktidardaki partilere meydan okuması, rakibini sandığa gömmek istemesi demokrasinin bir gereği değil midir? Demokrasi teorisinin önde gelen isimlerinden Seymour Martin Lipset 1959’da yayımlandığı “Siyasal İnsan” kitabının daha girişinde istikrarlı demokrasi için rekabet ve ayrılmaların ortaya çıkması gerektiğinden bahseder. Lipset, rekabetin gerekliliğini şöyle açıklıyor:

“Bu olmalıdır ki, yönetim yerlerini ele geçirmek için çarpışılsın, iktidardaki partilere meydan okunsun ve iş başına geçen partiler değişsin. Barış içinde iktidar oyununa izin veren bir siyaset sistemi “dışarıdakilerin” “içeridekilerce” alınan kararlara uyması ve “içeridekilerin”, “dışarıdakilerin” haklarını tanımaları üstünde anlaşmadan da demokrasi olmaz.”

Lipset, siyaset oyununun sonucunun, gerçek otoritenin belli zaman aralıklarıyla bir gruba verilmesi olmazsa, ortaya demokrasiden çok istikrarsız ve sorumsuz bir yönetimin çıkacağını söylüyor.

Ülkemizin saygın Anayasa hukukçularından Prof. Dr. Ergun Özbudun “Anayasalcılık ve Demokrasi” kitabında iktidar oyunu için sandıklarının kurulmasının yeterli olmayacağını, partilerin adilce yarışabileceği ortamın sağlanması gerektiğinin altını çiziyor:

“Seçimlerin gerçek anlamda serbest ve yarışması olmaları, ifade hürriyeti, değişik bilgi kaynaklarına ulaşma hürriyeti, siyasal örgütlenme ve faaliyet hürriyeti gibi hakların güvence altına alınmış olması gerekir. Aksi halde, halk iradesinin gerçek anlamda yansımasından söz edilemez.” (Sh. 23)

Bir yandan ülkemizde demokrasinin var olduğunu söyleyip, diğer yandan da ülkenin kaderinin bir siyasi partiye ve liderin kaderiyle bütünleştirilmek istenmesi demokratik bir tavır değildir. Hatta oldukça tehlikelidir. Böylesi bir yaklaşım tek parti rejimlerinde görülebilecek siyasi tekelcilik olabilir.

***

Muhalefet partilerinin elini kolu bağlanacak, iktidar koltuğuna göz diktikleri için “dış güçlerin” odağı olmakla suçlanacaklar, Erdoğan’ın karşısına Erdoğan’ı yenebilecek bir aday çıkarmaları “operasyon” sayılacak. Sonra da hadi sandıklar kurulsun denilecek! Muhalefettir gözünü elbette iktidar koltuğuna dikecek, elbette iktidar partisini yıpratmaya çalışacak, iktidar partisinin ülke kaynaklarını nereye kullandığının peşine düşecek, en ağır eleştirileri getirecek, ülke çıkarlarına görmediği politikalara itiraz edecek, iktidar partisi de o koltuğu kaybetmemek için iyi politikalar üretecek, elinden gelenin fazlasını yapacak. İktidar oyunun kuralı budur.

Ve kazanan ülke olacak.

Kendilerinin meşruiyeti de rekabetçi, çoğulcu demokrasiye dayandığına göre iktidar siyasetçileri bu söylemi bırakmaları gerekir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.