Avrupa niye bu kadar ‘siyasi’?

Etyen Mahçupyan

Avrupa ile ilişkiler beklendiği yönde gidiyor. Her iki tarafta da yakınlaşma ve entegrasyon yanlıları siyaseten daha zayıf. Hem her iki tarafta da artan popülizm ve yüzeysel milliyetçilik nedeniyle hem de diğer tarafı savunma anlamında ellerinde fazla bir argüman olmadığı için. Bugün Türkiye’de Avrupa’yı savunmak zorsa, idrak etmemizde yarar var ki Avrupa’da Türkiye’yi savunmak çok daha zor. Avrupa’daki dışlayıcı ruh hali büyük ölçüde halkın bir bölümünce ve apaçık ırkçı niteliklere sahip partilerce taşınıyor olsa da merkez partiler bundan uzak duruyor… Oysa dışarıdan bakıldığında bizde, bizzat merkezdeki ve iktidardaki partinin Avrupa ile mesafeyi açmaya çalıştığı ve halkı bu yöne sürüklemek istediği gözlemi yapılıyor.

***

Bu atmosferde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin Türkiye’yi 13 yıl aradan sonra yeniden siyasi denetim altına alma kararı beklenen bir durum. Karar tabii ki siyasi… Çünkü bu kurumun aldığı bütün kararlar siyasi ve nitekim 2004 yılındaki denetimin kaldırılması kararı da öyle idi. Ancak ‘siyasi’ demek ideolojik demek değil… Yani bu insanlar salt Türkiye karşıtlığı nedeniyle böyle bir karar vermediler. Belki bazısının cezalandırma arzusu vardı ama ellerinde çok güçlü bir koz da bulunuyordu: Türkiye son bir yıl içinde gerçekten de Kopenhag Kriterleri’nden uzaklaştı ve bu durum kaçınılmaz değildi. Diğer bir deyişle yönetim bu durumu iradi olarak seçti. Dolayısıyla Avrupa’dan bakıldığında Batı ile olan mesafesini artırmak isteyen, buna gerekçe üreten ve söz konusu uzaklaşmayı uygulamalarıyla zorlayan bir Türkiye görülüyor.

Sonuçta kurucusu olduğu AKPM’de siyasi denetimden çıktıktan sonra tekrar ‘gözaltına’ alınan ilk ülke olduk. Böylece Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan kategorisine geri dönüş yaptık. Erdoğan “tanımıyoruz, büyütmüyoruz” diyerek ideolojik harareti yüksek tutma niyetinde olmadığını ima etti. Avrupa’ya olan bağımlılığı veri alırsak sağduyulu bir tepki… Ama aynı zamanda bir çaresizliğin de ifadesi. Bir yanda başına buyruk, kimseden emir almayan, herkese haddini bildiren ‘büyük’ Türkiye hayali, diğer yanda her alanda dışa bağlı ve her alanda göreceli olarak muhataplarından daha zayıf bir Türkiye gerçeği… Doğru siyaset söz konusu hayali bugünün gerçeğinin ‘içinden’ üretmeyi gerektiriyor ki bu da hamasetle değil, kaynakları harekete geçirecek demokratik mekanizmalar kurmakla mümkün.

Sorun AK Parti yönetiminin söz konusu demokratik mekanizmalara razı gelmekte zorlandığı algısının yaygınlaşmasında ve bu algının Avrupa’da da giderek güçlenmesinde. Dolayısıyla Türkiye’yi yeniden siyasi denetime almak için oy veren AKPM üyeleri de muhtemelen son derece objektif bir değerlendirme yaptıklarını düşünmekteler…

***

Bütün bu tablonun arkasında ise son referandumun sonucu yatıyor. Elde edilen 51.4 rakamı Erdoğan’ın zayıfladığı, Avrupa’daki değerlendirmenin Türkiye halkının yarısı tarafından da aynen yapıldığı şeklinde yorumlanıyor. Nitekim hükümet yetkililerinden Avrupa’ya karşı her türlü sert çıkış da yine zayıflık olarak, sıkışmışlığın dışa vurumu şeklinde algılanıyor.

OHAL’in uzatılması bile bu kez Avrupa’da konu edilmedi… Çünkü Batı’da psikolojik bir eşik aşıldı. “Türkiye doğruyu yapsın” kaygısı artık arka planda... “Türkiye için elden bir şey gelmez” bakışı giderek egemen. Türkiye karşıtları ise zaten Türkiye’nin giderek demokratik yönetimden uzaklaşmasını ve Batı’dan dışlanmasını istiyor.

Kısacası Türkiye’ye siyasi denetim
uygulaması, hem Türkiye’ye ilişkin
nesnel durumun hem de Batı’daki psikolojik bezginliğin ‘siyasi’ uzantısı olarak ortaya çıkıyor.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (33)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.