Ak Parti’nin dönüşümü

Hasan Kösebalaban
Bir partinin ideolojik çizgisini radikal bir şekilde değiştirmesi mümkün müdür? Dünyada bunun örnekleri var. ABD’de 1930’larda Franklin Roosevelt döneminde izlenen ekonomik politikalar neticesinde, partilerin ideolojik konumları yer değiştirmişti. Daha önce ağırlıklı olarak Güney’deki Beyaz aristokrasinin desteğini alan Demokrat Parti, işçi sınıfının, dar gelirlilerin ve azınlıkların destek verdiği bir partiye dönüşmüştü.
 
3 Kasım’da iktidardaki 18 yılını dolduracak olan Ak Parti’nin son beş yıldır geçirdiği ideolojik dönüşümü, Siyaset Bilimi literatürüne geçecek başka bir vaka.

Türkiye’de tarih boyunca, tek parti döneminde devlet yoluyla uygulanan sekülerleşme politikalarının etkisiyle merkezdeki siyasi partiler, sosyolojik taban ve ideolojik çizgiler açısından keskin bir şekilde ayrıştılar. Merkezdeki tek parti tahakkümüne karşı, çevreden gelen tepki dalgası, liberal partileri iktidara taşıdı. Ancak demokrasinin rafa kaldırıldığı askeri müdahale ve darbeler siyasetin doğal seyrini bozdu. Cumhuriyet tarihinde dört defa, seçilmiş iktidarlar askeri müdahaleler yoluyla sona erdirildi.

Yaşadığımız son başarılı askeri müdahale 28 Şubat süreciydi. Turgut Özal’ın vefatının getirdiği siyasi dağınıklık atmosferinde girilen 1995 seçimlerden Refah Partisi birinci parti olarak çıkmış, 1996’da Refahyol koalisyonunu kurabilmişti. Ancak bu koalisyon hükümeti askeri ve yargı vesayeti nedeniyle uzun ömürlü olmadı. 1997 muhtırasının ardından hükümetin istifasına kadar uzanan zor bir süreç başladı. Başörtüsü yasakları, İmam-Hatip ortaokullarının kapatılması ve lise mezunlarının üniversiteye girişlerinin engellenmesi gibi inanç hürriyeti kısıtlamaları, muhafazakar kitlenin bilinç altında güçlü bir tepkinin ortaya çıkmasına neden oldu. 28 Şubat sürecinin ortaya çıkardığı parçalanmış siyasi atmosferde, ülke derin bir siyasi ve ekonomik kriz atmosferine sürüklendi.

1990’lı yıllar, bir bütün halinde, faili meçhuller, mafyalaşma, baskı ve yasaklar, ekonomik krizler, yolsuzluk skandalları ve 17 Ağustos depremi sonrasında sergilenen acziyet görüntüsü ile siyasi tarihe geçti. Bütün bu olaylar, bu dönemin artık kapanmasını talep eden güçlü bir tepki birikimi ortaya çıkardı.

Ak Parti, 2001’de Refah Partisi’nin yenilikçi kadrosu tarafından, bu siyasi ve ekonomik atmosferde kuruldu. Yeni parti, dış politikada AB tam üyelik perspektifini, iç politikada ise ekonomik kalkınma ve demokratikleşmeyi kendisine hedef alan bir muhafazakar-liberal perspektifle, tek başına iktidara geldi.

Ak Parti hükümeti, “3 Y ile mücadele” sloganıyla Yoksulluk, Yolsuzluk ve Yasaklara karşı kapsamlı bir mücadele programı izleyeceğini söylüyordu. Aynı şekilde mafya ve çetelerle mücadele de hükümetin vurguladığı başka bir hedefti. Başbakan Erdoğan, “bu ülkede artık kimse arkasına çeteleri alarak, mafyayı alarak, hukuk dışı güçleri alarak siyaset üretemez, siyaseti yönlendiremez.” diye konuşuyordu.

AB üyelik süreci çerçevesinde gerçekleştirilen reform paketleriyle, demokratikleşme ve bürokratik vesayetin geriletilmesi konusunda önemli mesafe alındı. Ancak, bireysel liyakat yerine cemaat mensubiyetine dayalı kadrolaşmaya mani olunamayınca, yeni bir anti-demokratik vesayet merkezi ortaya çıktı.

15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında, Ak Parti ile MHP arasında başlayan yakınlaşmanın sonucu başkanlık sistemi oldu. Öncesinde hem başkanlık sistemine ve hem de Ak Parti’ye çok sert muhalefet yürüten Devlet Bahçeli, stratejik bir hamleyle MHP’yi yeni sistemde iktidarın ortağı haline getirmeyi başardı. MHP, dış politika vizyonu ve demokratikleşme gibi bir çok konuda, Cumhur İttifakı’nın ideolojik rengini belirledi.

Bu dönem zarfında Ak Parti, kuruluşundaki demokratik perspektifi tamamıyla terkederek, devletçi ve milliyetçi çizgiye uyum sağladı. Tabanını da dönüştürdü. Ancak Ak Parti’nin kuruluş vizyonundan ve kadrolarından geriye bir şey kalmadı. Dokusu ve kimliği aşınan parti, kurumsal sürekliliği konusunda en güvensiz dönemini yaşıyor.

İktidar, adalet ve hukukun üstünlüğünü hakim kılma hedefiyle yola çıkmıştı ama yargının en üst mercii olan Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının dikkate alınmadığı bir düzen ortaya çıktı. Yoksullukla mücadelenin sonunda elimizde alarm kilitli bebek mamaları ve askıda ekmek; yasaklarla mücadelenin sonunda ise İstanbul Belediyesi’nin yasaklanan Kürtçe tiyatro oyunu kaldı. Düşünce özgürlüğü, kültürel zenginlik ve çoğulculuk kavramlarının yerini ise artık başarısızlığı itiraf edilen bir kültürel hegemonya projesi aldı. 18 yılın sonunda hatırda bunların kalıyor olması üzücü.

Aslında Ak Parti’nin açmaza düştüğü nokta, siyasi iktidarıyla siyasi ve ideolojik merkezi dönüştürdüğü algısına kapılması. Oysa siyasi ve ideolojik merkezin de, partinin tabanının da ait olduğu yer değişmedi. Mevcut iktidar ise, kuruluştaki demokratik vizyon ve perspektifinden ayrışmış, kendi sosyal bünyesiyle uyumsuz bir bürokratik otoriterleşme modelinin uygulayıcısı haline geldi.

 

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (7)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.