Bedreddin’in izleyicileri kimlerdir?

İbrahim Kiras

Şeyh Bedreddin hakkındaki olumsuz anlatının ilk günden itibaren giderek tonunu arttırmış olması ilginç bir durum. Şeyh’i bir isyan planlayıp devlete baş kaldırmakla suçlayan ilk devir kroniklerinde sabık kazaskerin itikadî çizgisiyle ilgili bir suçlama yer almaz. Hatta idam kararında kanının helal malının haram olduğuna hükmedildiği aktarılır ki bunun manası dinî değil siyasî bir gerekçeyle hayatına son verilmiş olduğudur.

Nitekim Âşıkpaşazâde “padişah olma hevesine kapıldığı” için yakalanıp idam edildiğini anlatır. Bedreddin’in isyan ettiği bilgisinin ilk yerli kaynağı da budur. Ondan önce ise İbn Arabşah bu “isyan”dan söz etmiştir.

Aşıkpaşazade’den önce kaleme alınan Şükrullah’ın Behçetü’t-Tevarih’inde ve Bizanslı Dukas’ın kroniğinde ise yalnızca Börklüce isyanından bahsedilir, Bedreddin’in adı geçmez. İbn Arabşah’da ise aksine Börklüce’den bahsedilmez. Oruç Bey ve Neşrî, İbn Kemal gibi sonraki kaynaklardaki ifadeler de Âşıkpaşazâde metnindekiyle hemen hemen aynıdır.

İdris-i Bitlisî bu metinlerden biraz daha farklı bir içeriği olan Heşt Bihişt adlı eserinde Bedreddin’in ilminin yüksekliğini, dindarlığını, ibadete düşkünlüğünü, manevi derecesini vs. över ama bir mürşid-i kamilin örnekliğinden mahrum olduğu için gurura kapılarak yoldan çıktığını söyler. (İdrîs-i Bitlisî, “Heşt Bihişt”, BETAV Yayınları, c. II, s. 276 vd.)

Yukarıda adı geçen diğer tevarih yazarları gibi devletin resmi tarih yazıcısı olan İdris-i Bitlisî bildiğim kadarıyla Bedreddin’in “ilhad”ından bahseden ilk kaynaktır. Ancak II. Bayezid’in emri üzerine kaleme alınmış olan bu eserin elimizde bulunan müellif hatlı en eski nüshası 919 (1513) tarihlidir ve önceki metnin yeniden düzenlenip Yavuz Sultan Selim’e sunulmuş şeklidir.

Prof. Abdülkadir Özcan yazarın bu nüshaya eklediği hâtimede “II. Bayezid devrinin sonları, özellikle kızılbaş tehlikesi, şehzadeler arasındaki mücadeleler” gibi konulara yer verdiğini söylüyor. (TDV İslam Ansiklopedisi “Heşt Bihişt” maddesi.) Bu bakımdan Bedreddin ile ilgili ifadelerin dönemin siyasi hassasiyetlerinin eseri olması ihtimal dahilinde sayılabilir.

Yine Prof. Abdülkadir Özcan’a göre Hoca Sâdeddin, Mustafa Âlî, Müneccimbaşı gibi tarihçiler eserlerini kaleme alırken İdrîs-i Bitlisî’nin eserini geniş ölçüde kaynak olarak kullanmışlardır. Taşköprizâde ise Heşt Bihişt’in kendi zamanına kadar yazılmış tarihlerin en iyisi olarak nitelendirmiştir. Bu isimlerin ortak noktası ise Şeyh Bedreddin’in isyan etmediği, iftiraya uğrayarak haksız yere idam edildiği görüşünde olmalarıdır. Şeyhin torunu tarafından kaleme alınmış olan Menakıbname’deki bilgi de bu şekildedir. (Uzunca bir süre varlığı meçhul olan bu kitap 1930 yılında Muallim Cevdet tarafından ortaya çıkarılmıştır ki Şeyh Bedreddin’in hayat hikayesindeki ayrıntıların tamamını bu metinden öğreniyoruz. Ancak geçmiş asırlardaki ulemanın ve tarihçilerin de bu eseri okuyup kaynak olarak kullanmış olabilecekleri ihtimal dahilinde.)

***

Bedreddin hadisesi hakkındaki kaynakların değerlendirmesini daha sonra yapmak üzere, adı geçen bu eserleri bir yana bıraktığımızda 17. asırdan itibaren literatürde Şeyh Bedreddin aleyhindeki ifade ve isnatların gitgide ağırlaştığını görüyoruz. Bu gelişmeyi siyasi ve sosyal gelişmelerden bağımsız değerlendirmek mümkün görünmüyor. Bunların başında ise İran’la ilişkiler çerçevesinde Anadolu’daki Kızılbaş toplulukların “iç düşman” olarak algılanması geliyor. Diğer yandan, özellikle vahdeti-i vücut öğretisinden rahatsızlık duyup kendilerini bu çizgideki gruplardan ayırmak isteyen veya heterodoksiye karşıtlıklarını gösterme ihtiyacı duyan “müteşerri” sufilerin Bedreddin ismi üzerinden bunu yapmaya çalışmaları da başka bir faktör bu süreçte.

Bir de Bedreddin adının hetorodoksi tarafından sahiplenilmiş olmasının getirdiği karışıklık var… Önceki hafta Şeyh Bedreddin aleyhindeki ağır ve suçlayıcı ifadelerinden söz ettiğimiz Sofyalı Bali sadaret makamına gönderdiği bir raporda -özetle- kendi çağında Dobruca ve Deliorman civarında yerleşik olan ve Bedreddin’in soyundan Çelebi Halife isimli şeyhe bağlı bir zümrenin kadın erkek bir arada saz çalıp içki içerek dini konularda sapkın sözlerin sarf edildiği toplantılar yaptıklarını anlatır. Bu toplantıların sonunda da kadın ve erkek müridlerin mumları söndürerek derin karanlıkta kötü işler yapıp şeriat duvarını yıktıklarını söyler ki bu yakışıksız ifadenin anlamı fazla kapalı değildir. Tarih boyunca cemaat dışı topluluklara yöneltilegelmiş “mum söndü ayini” iftirasının çirkin bir örneği olan bu ifadeler muhtemelen Şeyh Efendi’ye bilgi veren bölge kaynaklarının düşmanlıktan kaynaklanan dezenformasyon gayretini yansıtıyor. (Dobruca ve Deliorman ahalisinin tümü için “bilumum lanetullahi aleyhim” diye beddua eden ve hepsinin ortadan kaldırılmasını isteyen Halveti Şeyhi’nin veziriazama hitaben yazdığı mektubun tam metni için: Andreas Tietze, “Sheykh Bali Efendi’s Report on the Followers of Sheykh Bedreddin”, The Journal of Ottoman Studies VII-VIII, 1988, sh. 115 vd.)

***

Bu noktada “Bedreddin’in izleyicileri kimlerdi” sorusu çıkıyor karşımıza… Bilhassa şehirlerde herhalde Melamiler başta olmak üzere vahdet-i vücut doktrinini benimsemiş sufiler tarafından Varidat okunuyor ve yazarı derin bir sevgiyle hatırlanıyor olsa da çoğunlukla toplumun eğitimli elitine mensup bu Şeyh Bedreddin muhiplerinin sayı olarak dar bir zümre teşkil ettiğini unutmamak lazım.

Aynı zamanda fıkıh bilgini/kazasker kimliği de olan yani asıl olarak Sünni/Ortodoks muhitin üyesi bulunan Bedreddin Efendi’nin hatırasını daha geniş bir toplum katmanında yaşatanlar Balkanlardaki heterodoks Türkmen topluluklarından bir kısmıdır ki bunlar kendilerini “Bedreddinî” olarak adlandırmışlardır. Bu adlandırmanın kökeni belirsiz durumda. Kimileri vaktiyle Şeyh’in yolunu benimsemiş -ve isyana katılmış- olanların o günden beri nesiller boyunca bu adla anıldığını -yani Balkanlardaki “Bedreddinî” zümrenin bu yolun izleyicileri olduğunu- düşünürken, kimileri de Musa Çelebi’nin kazaskerinin bölgedeki saygın hatırasının arkasına saklanmak isteyen heterodoks dervişlerin kendi kendilerine bu ismi vermiş oldukları fikrindeler.

Bana sorarsanız her iki görüşün birden doğruluk payı taşıdığı düşünülebilir. Belki de Bedreddin’in tarikinde olanların bir bölümü şeyhlerinin idamından sonra taşradaki heterodoks topluluklar içinde yer almışlar ve benimsedikleri vahdet-i vücut anlayışını bu çevrelerin lisanına uygun şekilde yaymaya çalışarak iki zümre arasında bir kaynaşmanın ve şehirli tasavvufuyla halk tasavvufunun bir çeşit sentezini sağlamış olabilirler. Yüzyıllar sonra bu sentezden geriye Bedreddin adından başka bir şey kalmamış olması da mümkün görülebilir. Çünkü kendilerineBedreddinî” diyen bu zümrenin -en azından son devirde- ne Varidat’ın ne de Füsus’un, hatta ne de Yunus Emre şiirlerinin “okur kitlesi” olduğu söylenemez.

Modern çağda göçler ve şehirleşme neticesinde büyük ölçüde köklerinden kopup asimile olan, önemli bir bölümü son devirlerde Bektaşiliği benimseyerek ana gövdeden ayrılmış bulunan ve dolayısıyla bugünkü mensupları tarihtekine nazaran çok küçük bir nüfus oluşturan Bedreddinîler arasında geçen asır başında yapılan bir araştırma bu insanların adını aldıkları Şeyh’i tanımadıklarını göstermişti.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (6)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.