İYİ Parti’nin bir geleceği var mı?

İbrahim Kiras

Biliyorsunuz, Türkiye’de siyasi partilerin, özellikle de sağ partilerin toplumdaki karşılığı başında bulunan lidere endekslidir. Dolayısıyla İYİ Parti kim ne derse desin her şeyden önce “Meral Akşener’in partisi”dir. Bu bakımdan Akşener’in başında olmadığı bir İYİ Parti’nin artık bambaşka bir yapı haline geleceği muhakkak.

Demek ki başlıktaki soruya cevap verebilmek için Meral Hanım’ın ayrılma kararını geri alması yönündeki taleplere vereceği cevabın netleşmesi lazım öncelikle. Ancak daha kuruluş aşaması itibarıyla partinin toplumda popülaritesi olan Akşener’in kimliği ve kişiliği üzerine yapılandırılarak yola çıkıldığını unutmamak lazım. Yani Meral Hanım’ın partisini bu saatten sonra söz gelimi Ahmet Bey’in partisi yapmak pek mümkün değil. Sonuç olarak liderinin ayrılması durumunda, daha doğrusu ayrılma kararını geri almaması durumunda, İYİ Parti’nin Türk siyasi hayatında bir geleceği olabileceğini düşünmek iyimserlik olur.

***

Mamafih bugünkü şartlarda Meral Hanım’ın “devam” kararı alması durumunda da partiyi çok parlak bir geleceğin beklediğini söyleyemeyiz… Ama süvarisinin kim olacağı belli olmayan bir atın nasıl koşacağını kestirmek hiç değilse siyaset yarışında imkansız.

Bir fikir, bir misyon partisi olarak yapılanma opsiyonu işin başında devre dışı bırakılmasaydı belki… Çünkü “MHP’nin yenilikçileri” konumundaki bir kadronun eski partilerini yenileme girişimleri başarısız olup, üstüne üstlük artık bu parti içinde siyaset yapma imkanını da kaybetmeleri üzerine doğmuştu İYİ Parti. Ancak ortaya çıkan, başta söylendiği üzere “MHP’nin daha demokrat, daha vizyoner, toplumsal yeniliklere daha açık bir versiyonu” olmadı. Tabiri caizse “CHP’nin daha yerli versiyonu” oldu.

Neden öyle oldu derseniz, komplo teorilerine itibar etmeyeceksek bunun psiko-politik bir cevabı olabilir ancak: Klasik Türk siyasetçisinin zihninde öteden beri “merkez partisi” diye bir hayalet dolaşıp durur. Toplumun ortak değerlerine dayanan, ideolojik aşırılıklardan uzak duran bir partinin halkın çoğunluğunun teveccühünü kazanacağı varsayılır. Özal’ın ANAP’ı bunu az çok başarmıştı. Daha sonra Millî Görüş partilerinden ayrılan bir kadronun kurduğu AK Parti bu modelin daha parlak bir başarı örneği. Ne var ki bu iş “kokmaz bulaşmaz” politikalarla olmuyor. Halihazırda merkezde olanları ikna etmek değil merkez siyaseti. Fikriniz, renginiz, çizginiz belli olacak, sizin peşinizden gelen kitleleri toplumsal anlamda bir merkez haline getireceksiniz. Bunun haricinde bir merkez siyaseti olmaz.

Topluma önereceğiniz bir Türkiye vizyonu, alternatif bir gelecek vizyonu olması gerekir en basitinden. Gerek ANAP gerekse AK Parti örnekleri iyi incelenirse bu görülür.

Buna mukabil Türkiye’nin en ideolojik partisinden kopan bir kadronun kurduğu partinin neredeyse Atatürk ve anıtkabir dışında hiçbir şey söylemeden, sadece genel başkanın cerbezesine ve cazibesine güvenerek halktan oy istemesi ancak aşırı cesaret ve özgüvenle açıklanabilir!

Ancak bu tutumun pratikte ortaya çıkardığı sonuç kendisi açısından olumsuz oldu: İYİ Parti 24 Haziran kampanyası boyunca, galiba nasıl olsa MHP tabanından alacağımı aldım diye düşünerek, seçim ittifakı içinde olduğu CHP’nin tabanından oy çalmaya uğraştı. Hatta seçimden sonra konuştuğum bazı CHP’liler şunu diyorlardı: “Meral Hanım milliyetçi ve muhafazakâr kimliğini hatırlayıp MHP ve AK Parti tabanlarına yönelik birkaç söz söylemiş olsaydı Millet İttifakı birkaç puan fazla alabilir ve bugünkü siyasi denklem başka türlü şekillenebilirdi.” Tabii, artık “eğer” veya “keşke” diye başlayan analizler yapmanın hiçbir anlamı yok. “Eğer” ile “meğer”i evlendirmişler, “keşke” diye çocukları olmuş…

***

CHP’lilerin eleştirileri haksız değil. Muharrem İnce başörtülü yakınlarının veya camide çekilmiş kendi fotoğraflarını yaymaya uğraşırken Meral Hanım boyuna anıtkabir fotoğrafları paylaşıyordu. İnce konuşmalarında “başörtülülerin güvencesi benim” gibi muhafazakâr tabana yönelik taahhütlerde bulunurken Akşener ne bu gibi konular üzerinden dindarlara ne de terörle mücadele gibi konular üzerinden milliyetçilere seslenme ihtiyacı duydu. Aksine TİKA’yı kapatmaktan söz etti. Hatta tabanında ciddi rahatsızlıklara yol açan “Kürt Siyasal Hareketi” tabirini kullandı.

Ama biraz önce dediğim gibi, bu tutumun sebebini komplo teorileriyle açıklamak yerine klasik Türk siyasetçisinin zihnindeki “merkez partisi” hayaletiyle izah etmek daha makul geliyor bana.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (19)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.