‘Rasyonel yönetime dönüş’ün tek şartı

İbrahim Kiras

Son birkaç yıldır ekonomide yaşanan problemlerin kaynağında “yanlış yönetim, yanlış politikalar” olduğunu söyleyip duranlar haklıymış meğer. Türk lirasının yaşadığı değer kaybının sebebini “dış güçlere” bağlayanlar, “Kur saldırısı” diye açıklayanlar millete doğruyu söylemiyorlarmış.  

Döviz kurunun yükselmesini engellemek için harcanan 120 milyar dolar -birilerinin ucuza döviz alıp servetlerine servet katmalarını saymazsak- boş yere devletin kasasını terk etmiş. 

Kuru sakinleştirmek için sadece iki sihirli kelimeyi söylemek yeterliymiş.  

Ekonomi kurumlarının başına itaat/sadakat kontenjanından “milli güreşçiler” değil de ekonomiden anlayan birilerini getirince milli paramıza güven oluşabiliyormuş.  

Yatırımcılara hukuk güvencesinden söz edilince, yasaların herkes için eşit uygulanacağı taahhüt edilince, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olduğu söylenince finans piyasalarındaki olumsuz hava değişebiliyormuş.   

Öyle anlaşılıyor ki bizzat Cumhurbaşkanı da hangi mesajları verirse toplumda ve piyasalarda ne karşılık bulacağını biliyormuş ama nedense bugüne kadar bunu yapmamış.  

*** 

Gelinen noktada milletin devleti yönetenlere sorusu şudur: “Rasyonaliteye dönüş” madem bu kadar kolaydı ne diye ülkenin o kadar zamanını, enerjisini, maddi ve manevi birikimini harcayıp tükettik? Neyin inadıydı bu? 

Ekonomi kurumlarında ehliyete ve liyakate uygun atamalar madem mümkündü, niçin eş-dost-akrabanın, milli güreşçilerin bu makamlara getirilmesini eleştirenler vatan haini ilan edildiler? 

Son birkaç gündür “yeni dönem” adı altında atılan adımların “Biden dönemine hazırlık” diye yorumlanması, içeriye-dışarıya bu yolda bir izlenim verilmesi, ülkeyi yönetenlerin “milletin şeref ve haysiyetinin, dünya üzerindeki itibarının gözetilmesi” göreviyle nasıl bağdaşacak? 

Bugün itibarıyla belki bunlardan bile daha önemli olan soru şudur: “Rasyonal yönetime dönüş” mevcut başkanlık rejimiyle mi olacak? Kendi mevcudiyeti rasyonalitenin reddine dayanan ve bugünkü sıkıntıların büyük bölümünün sebebi olan bir yönetim tarzından söz ediyoruz. Kişisel bir yönetimden, kararların tek kişi tarafından alındığı bir yönetimden, her biri yüzlerce yıllık tecrübe taşıyıcısı olan kurumların etkisiz bırakıldığı bir yönetimden, denetime kapalı bir yönetimden…  

“Yapmayın etmeyin” feryatlarımıza kulak asmayıp “Türkiye’yi uçuracak” diye milletten onay alınarak hayata geçirilen “Türk tipi başkanlık sistemi”nin ülkeyi nereden alıp nereye getirdiği ortada.  

*** 

Güncel bir örnek: Cumhurbaşkanı Merkez Bankasında 90 milyar dolar rezervimiz olduğunu söylüyor(du). Ekonomistler ise söz konusu rezervin kur artışını baskılamak amacıyla tüketilmiş olduğunu, şu anda aynı harcamaların borçlanarak sürdürüldüğü için rezervlerin “ekside” olduğunu söylüyorlar. Türk ekonomisini yakından takip eden Timothy Ash kendi hesaplamasına göre bu miktarın “eksi elli milyar dolar” olduğunu açıkladı. 

Peki bu nasıl olabiliyor? Ülkenin Cumhurbaşkanının açıkladığı rakamla uzmanların dile getirdikleri miktar niye bu kadar farklı? Tamam, olur da bu kadar fark olur mu? Aradaki fark [(-50)-(+90)] 140 milyar dolar. Gözden kaçacak, fark edilmeyecek, varlığı-yokluğu anlaşılmayacak bir tutar mı bu Allah aşkına? 

Bu meselenin çözümü düne kadar farklı rakamlar telaffuz edenleri ihanetle vs suçlamaktı. Şimdi bu konuda yeni bir teorik yaklaşıma kavuştuk. Aynı zamanda damadı da olan Ekonomi bakanı tarafından Cumhurbaşkanına yanlış bilgi verilmiş meğer. Yani cumhurbaşkanı kandırılmış. İstifa olayının da kaynağında bu olay varmış. Dediklerine göre konudan haberdar olan Erdoğan, “Madem böyle bir durum vardı, bugüne kadar neden söylemediniz” demiş ve sonra düğmeye basmış, malum gelişmeler böylece sökün etmiş! 

Bu hikâyeden nasıl bir sonuç çıkarmamız istendiği bir yana, çıkarılması gereken sonuç belli: Demek ki bütün yetkilerin tek elde toplanması doğru değilmiş. Cumhurbaşkanı da insan sonuçta. Süpermen değil. Her konuyu bilmesi, her şeye hâkim olması mümkün değil. Bilmeyebilir, anlamayabilir, aldatılabilir.  

Bütün bu sakıncalara karşı yegâne önlem devleti yönetecek kadroların bu görevi yasaların bağlayıcılığı ve şeffaflık ilkeleri doğrultusunda, kurumların yetki ve sorumluluğu çerçevesinde yerine getirmelerinin temin edilmesidir.  

“Yeni dönem”de bu dönüşümün şartlarını ve imkanlarını daha çok konuşup tartışmamız lazım.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (97)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.