Solcu ve İslamcı selefiler akla itibar etmez

Mehmet Ocaktan
Selefilik düşüncesi Müslüman dünyaya ait bir kavramdır. Özü itibariyle Selefîlik, itikadî konularda akla yer vermez, sadece nakil (Kur'an-sünnet) ile hareket eder ve Kur'an'daki müteşâbih âyetleri olduğu gibi kabul ederek bu âyetlerde kastedilen anlamı insanların bilemeyeceğini, konunun anlamını Allah'a havâle ettiklerini belirtir. İçerisinde Selefi izler taşıyan her düşünce veya hareket, aslında tutucu ya da gelenekçi bir düşünce yapısına sahiptir. Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda görülen hemen her alandaki geri kalmışlığın, hak ihlallerinin, savaş, şiddet ve vahşet benzeri olumsuzlukların, bu zihin yapısıyla ilgisi olduğu da bir gerçektir.

Prof. Ahmet Akbulut’un bu konudaki tespiti son derece dikkat çekicidir: “Selefi algıya göre aklı olanın dini olmaz. Akıl, İslam’a girene kadar gerekir. Dine girdikten sonra akla ihtiyaç yoktur. Bu mantık, insanı mükellef kılan yetiyi ortadan kaldırmaktadır. Aklın kullanılmasının esas olmadığı bir yapıda İslam’ın kendisi değil, ancak adı var olabilir.” (Kur’an’a Yabancılaşma Süreci, s.136)

Günümüz Türkiye’sindeki bazı solcu ve İslamcı kesimlerle ‘Selefilik’ düşüncesi arasında bağ kurmanın biraz abartılı olduğunu düşünenler olabilir. Elbette itiraz edilebilir ama hemen hatırlatalım, yeniliğe karşı direnme ve eskiyi savunma selefiliğin en temel argümanıdır.

Eminim böyle bir perspektiften bakıldığında, bazı sol kesimlerin ve özellikle de merdiven altı İslamcıların, neden selefiliğin günümüzdeki temsilcileri oldukları daha iyi anlaşılacaktır.

Her ne kadar gerek selefi solcuların, gerekse merdiven altı İslamcıların ’selefilik’ ortak paydasında buluşması ilk bakışta biraz yadırgatıcı gelebilir, ama unutmayalım ki bu iki kesim de aslında aynı kültürel iklimden besleniyorlar, sadece kutsalları farklı…

Nasıl selefi İslamcıların erişilmesi ve yaşanması mümkün olmayan bir asrı saadeti varsa, selefi solcuların da adeta imani bir vecibe haline dönüştürülen ‘Kemalist asrı saadeti’ vardır.

Oysa akıl ve bilimlimin rehberliğinde baktığımızda görürüz ki hayatın temel dinamiği değişimdir. Kuruluşunun üzerinden tam yüz yıl geçmiş olmasına rağmen, eğer hala Cumhuriyetin ilk yılları kutsallaştırılarak bir ‘asrı saadet’ özlemi yaşanıyorsa bu anlayışta bir sorun var demektir. Düşünün ki Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden yüz yıl geçmiş, Türkiye değişmiş, dünya değişmiş, nesiller değişmiş ama bugünün Türkiye’sindeki bazı kesimlerin zihniyet dünyası hiç değişmemiş ve tabular aynen devam ediyor. Bu durumun akılla bir izahını yapmak ne yazık ki mümkün değildir.

Aynı şekilde ilahi hitabın ilk yıllarındaki dinin özü değil, yüzyıllar içindeki toplumsal geleneklerle şekillenen din anlayışı yaşadığımız çağın diliyle yeniden yorumlanmadan sanki dinin aslıymış gibi yeni nesillere sunulması, aynı zamanda selefi düşünceyi de güçlendirmektedir.

Maalesef rahmet dini olan İslam’ın özü ile olan irtibatın giderek zayıfladığı günümüzde, selefi solcuların da Selefi İslamcıların da alanı her geçen gün daha da genişlemekte ve doğal olarak birlikte yaşama iradesi zayıflamaktadır.

İşte tam da bu yüzden selefi solcular dindar-muhafazakar ya da sağcı olarak gördüklerini potansiyel Cumhuriyet düşmanı olarak ilan ederken, cüppeli, takkeli, şalvarlı selefiler de kendileri dışındaki herkesi dinsizlikle suçlayıp onlar için cehennem bileti kesmekte bir beis görmemektedirler.

Bu yüzden de Türkiye’de değişik kesimlerin, birbirlerinin farklılıklarına tahammül ederek birlikte yaşamalarında zaman zaman sorunlar çıkmaktadır. Her ne kadar bu durumu bir düşmanlık olarak değerlendirmek doğru olmasa da kendi mahallesi dışındakilere karşı tahammülsüzlüğü beslediği de bir gerçektir.

Oysa öncelikle kendimizi bir özne olarak belirleyip kabul ettiğimiz kadar, başkalarının da bir özne olarak aynı haklara sahip olması gerektiğini kabul etmediğimiz sürece birlikte yaşamamız mümkün değildir. Alain Touraine’nin de belirttiği gibi “Ancak karşılıklı olarak birbirimizi birer özne olarak kabul ettiğimizde, birlikte ve farklılıklarımızda yaşayabiliriz.” (Birlikte Yaşayabilecek miyiz?, s.202)

Aksi taktirde, hiçbir zaman çoğunluğu temsil kabiliyetine sahip olmamalarına rağmen sol ya da İslamcı selefiler gerek siyasi, gerekse toplumsal hayatımızı zehirlemeye devam edeceklerdir. Zira akla ve bilime itibar etmeyen selefilerin, kendi kafalarında yarattıkları ‘cehennem’e göndermek için her zaman yeni günahkarlara ihtiyacı vardır.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (162)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.