Fransa’yla da ilişkiler normalleşir mi?

Mensur Akgün

Türkiye değerli dediği yalnızlığından kurtuluyor, sorunlu olduğu ülkelerle ilişkilerini geliştirmek için adımlar atıyor. Attığı adımlar da karşılıksız kalmıyor. Ermenistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail derken Yunanistan Başbakanı da geçtiğimiz haftalarda Türkiye’ye geldi. Cumhurbaşkanını takiben yakında İsrail Başbakan’ın da gelmesi bekleniyor. Ayrıca karşılıklı jestler de yapıldı, en son olarak Türkiye İsrail’deki terör saldırılarını kınadı. Şimdi sırada belli ki Suudi Arabistan var. Kaşıkçı davasının seyri ikili ilişkilerdeki sıçrama potansiyeline işaret ediyor.

Muhtemelen yakında Mısır’la olan ilişkilerde de köklü bir değişim yaşanacak. NATO’nun önem kazanması ABD-Türkiye ilişkilerinin de yeni bir evreye girmesine neden olacak. Bütün sorunlar çözülür mü şimdiden öngörebilmek zor ama bazı yaptırımların kalkacağını, bazıları içinse Washington’un Türkiye’deki seçimlerin sonucunu görmeyi tercih edebileceğini söyleyebiliriz. Bir süredir gergin olan Fransa-Türkiye ilişkileri için de benzeri geçerli. Fransa cumhurbaşkanlığı seçimleri ertesinde seçilenin kim olduğundan bağımsız olarak yakınlaşma başlayabilir.

***

Çünkü her şeyden önce Ukrayna Savaşı küresel dengeleri ve jeopolitik beklentileri değiştirdi. Avrupa bundan sonra Rusya tehdidine göre tavır almak, endişeli üyelerini AB ve NATO’nun bekası için tatmin etmek, caydırıcılığının çökemeyeceğini hem onlara hem de Rusya’ya ispatlamak zorunda. Bu da daha fazla dayanışma, ittifakın Türkiye gibi ülkelerinin çıkarlarını daha fazla hassasiyet demek. Fransa’nın artık Türkiye’ye rağmen değilse bile Almanya’ya rağmen kendini Türkiye karşısında konumlandırması çok daha zor.

İkincisi Türkiye’nin Ortadoğu açılımı, İsrail, BAE, Bahreyn ve şimdi de Suudi Arabistan’la ilişkilerini normalleştirmesi, Ocak başında da ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Doğu-Batı Boru hattı projesini mali nedenlerle desteklemekten vazgeçtiğini açıklaması Doğu Akdeniz gazı üstünden Fransa’nın jeopolitik bir rol oynama olasılığını azalttı. Fransız şirketleri gaz yataklarının işletilmesinden hala para kazanabilir ama Fransa güvenlik garantileri üstünden bu bölgede birkaç yıl önceki kadar etkili olamaz.

Üçüncüsü, Macron’un Haziran 2019’de Marsilya’da, Ağustos 2020’de Lugano’da, daha pek çok yerde ve fırsatta yaptığı konuşmalarda kendi etki alanlarına geri dönüşünden rahatsızlığını dile getirdiği Türkiye aslında sadece geri dönmekle kalmadı, Libya üstünden Kuzey Afrika’ya siyasi olarak yerleşti ve hatta şirketleriyle, diplomatlarıyla, askerleriyle Afrika’nın daha aşağılarına ulaştı. Türkiye Libya başta olmak üzere pek çok başka yerde ve konuda yapmak istediklerinden caydırılmasının mümkün olmadığını da ispatladı.

Fransa için de ve tabii ki Türkiye için de en mantıklısı işbirliğine gitmek, birbirinin çıkarlarına saygı göstermek olmalı. Çıkarların büyük ölçüde örtüştüğü Libya’da, Suriye’de, Karabağ’da ve şu sıralarda Ukrayna’da temin ettiği askeri teknoloji kadar diplomasisiyle de ağırlığını hissettiren Türkiye tahmin ediyorum ki Fransa’nın da dikkatini çekmiştir. Kriz anlarında Karadeniz güvenliğinin anahtarını elinde tuttuğu, gerekli gördüğünde NATO karar mekanizmalarını bloke ettiği mutlaka not edilmiştir. Türkiye’nin hakkı olanı almakta çekimser davranmadığını eminim Fransızlar da fark etmiştir.

Ayrıca Yunanistan’dan alacağını aldığını, daha fazla savaş gemisi ve uçağı satmasının mümkün olmadığı da Paris mutlaka biliyordur. Zaten rakibinin Türkiye’den çok Amerika olduğunu, Amerika’nın tıpkı Avusturalya’ya yaptığı gibi Yunanistan’a da 7 milyar dolara kendi gemi ve uçaklarını satmak istediğini unutmamıştır. Dedeağaç limanın Amerika’ya açılmasının kendilerinin devre dışı kalması anlamına geldiğini herhalde fark etmişlerdir.

***

Umudum seçimlerden sonra Fransa’nın Türkiye’yi rakipten çok ortak olarak görmesi, ekonomisi zayıf, insan hakları ve demokrasisi sorunlu da olsa dünya siyasetinde etkisinin ve ağırlığının olduğunu idrak etmesi. Edebilirse, Fransa’da siyasi liderlik kendisini önyargılarından ve varsayımlarından kurtarabilirse iki ülkenin birlikte yapabileceği çok şey var. Fransa ve Türkiye, İtalya ve Yunanistan’ın da katılımıyla en azından Akdeniz’in daha güvenli bir yer olmasını sağlayabilirler.

Konuyla ilgilenenlere Dorothée Schmid ve Elisa Domingues Dos Santos’un Fransa-Yunanistan ilişkilerini ele aldıkları, içinde bol bol Türkiye olan, Macron’un politikasını da biraz eleştiren Şubat tarihli IFRI raporunu okumalarını öneririm. Onlar bu yazıya da ilham olan raporlarının son paragrafında Fransa-Türkiye ilişkilerinin normalleşmesini dolaylı olarak Yunanistan’a bağlamışlar. Fakat Yunanistan faktörünün Fransa için anlamını yitirip yitirmediğine değinmemişler. Ben hem yitirdiği düşünüyor, hem de şartların değiştiğine inanıyorum. Ve sanıyorum yanılmıyorum. Mutlu bir Pazar, olabildiğince huzurlu bir Ramazan dileğiyle…

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (9)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.