Pazar yazısıyla huzur aramak…

Mensur Akgün

Huzur, muhtemelen hepimizin aradığı ama bulamadığı bir ruh hali. Mücadele etmek, kendimizi korumak zorunda olmadığımızı düşündüğümüz ender bir an. Bir tür aşkınlık, hatta boş vermişlik durumu. Kendimizle barışık olduğumuz bir zaman dilimi. Dolayısıyla da gelip geçici. Ve belki iyi ki de öyle. Çünkü huzur sürekli olsa kaygı olmaz, insan toplulukları şimdiki kadar teknolojik ve tabii ki ekonomik ‘ilerleme’ kaydedemezdi.

Düşünsenize insan huzurlu olsa bırakın fiziği, kimyayı bir yana psikolojiye, sosyolojiye, hatta siyasetin bilimine ihtiyaç olur muydu? Elindekilerle yetinse, daha fazlası için didinmese, ekonomi biliminin anlamı kalır mıydı? Talep olmayan yerde arz mı olurdu? Daha doğrusu üretim ve tüketimde bu denli çılgınlık mı yaşanırdı? Belki de tarihin gerçek motoru huzursuzluğumuz. Korkuyu da, talebi de besleyen o.

Ama yine de huzura ihtiyacımız var. Bu yüzden de kaçışlar önemli. Bazen evin bir köşesine, bazen bir ibadethaneye, bazen bir kahveye, bazen de tatile kaçış. Ya da sizi alıp götüren bir romanın sayfaları veya insanlığınızı hatırlatan bir filmin sahneleri arasına. Huzuru tesadüfen de buluyorsunuz ama galiba en iyisi bilinçli olarak aramak, sizi yoran insanlardan, olaylardan, mekanlardan uzaklaşmak.

Bu kolay elde edilebilecek bir şey değil. Çünkü huzursuzluk her yerde var, hepimiz bir şekilde huzursuzuz. Huzur bulmak için gittiğiniz tatil huzursuzluğunuza huzursuzluk katan bir gerilim sarmalına dönüşebiliyor. Daha da kötüsü tatiller gündelik mücadelenin, kendini ispatlamanın, varlığını hissettirmenin bir başka düzlemde devamı anlamına gelebiliyor. Tatil için de çalışmanız, ortama uygun hareket etmeniz gerekiyor.

Turizmin endüstrileşmesi, arayışın satılabilir meta haline dönüşmesi de sanırım huzuru seyahatte bulmamızı güçleştiren bir başka etken. Çok hoş bir otelde mekanik bir samimiyet sizi farkında olmadan yorabiliyor. Neyse ki böyle olmayan yerler de var. Ucundan köşesinden huzuru yakalayabildiğiniz, kendinizle barışık anlar yaşayabildiğiniz zeminler mevcut. Bunlardan biri de Alaçatı’da Kurban Bayram’ı sırasında ailece kaldığımız otel.

Aslında son derece sıradan eski bir ev. Tam da en işlek sokaklardan birinin başında ve gürültülü bir yerde. Ne kahvaltısı istisnai, ne de havuzu. Fakat içi de dışı da öyle bir döşenmiş ki girdiğiniz anda huzuru ucundan yakaladığınızı hissediyorsunuz. Çok çekiştirmeye, zorlamaya gerek kalmadan kahve içer misiniz diye soran otel çalışanının kendiyle barışık ve ilginç bir şekilde güven veren sesiyle bulunmak istediğim yerdeyim diye düşünmeye başlıyorsunuz.

Derken yanılmadığınız ortaya çıkıyor. Ahşap merdivenin başında sizi bir kitaplık karşılıyor. Süs olsun diye değil okunsun diye konmuş kitapların olduğu. Hemen yan tarafında da geniş ve belli ki asıl işlevi kış aylarında ortaya çıkacak olan lobi, okuma ya da dinlenme odası var. Bir sürü de kedi. Otelin bizi karşılayan sorumlusu Halkla İlişkiler okumuş, büyük otellerde çalışmış genç bir insan.

Oteli huzurlu yapan o ve diğer çalışanlar. Doğallıkları, dinginlikleri, abartısız ilgileri. Bizlerle de paylaşıyorlar, güven ve huzur veriyorlar. Taş Otel’den kaldığımız sürece sadece sabah yürüyüşleri ve akşam yemekleri için çıkıyoruz. Birbirimizle konuşmuyoruz ama galiba üçümüz de aynı şeyleri düşünüyoruz. Dışarı çıkmak, Alaçatı’nın Bayram gürültüsü içinde kaybolmak, erimek istemiyoruz.

***

Akşamları da sakin yerlerde yemek yemeğe çalışıyoruz. Yemekler ve şeflerin çekim gücü yüzünden her seferinde kalabalık yerlerden kaçamasak da, Şef Geovani’nin görece sessiz ara sokaklardan birindeki Bodega’nın içinde gerçekleştirdiği güney İtalya mutfağı yorumları bizi keyifli bir lezzet yolculuğuna çıkartıyor. Geovani sadece beş yıldır Türkiye’de olmasına karşın Türkçeyi aksansız konuşabilecek kadar iyi biliyor. Ve o da belli ki kaçıyor. Küçük bir mekanda haftada üç gün sevdiği yemekleri yaparak huzur buluyor.

Bir başka huzur kaçkını da Urla’da karşılaştığımız Şef Ozan Kumbasar. Beyaz yakalı olarak tanımladığı işinden ayrılıp eşi Seray Kumbasar’la birlikte Urla’nın bir köyüne restoran açmış. Her şeyi mevsimine göre özenle seçiyor. Menüsünü ayda bir değiştiriyor. Değiştirmeden yakalayabilirseniz taze börülceli et yemeğini denemekte yarar var derim. Vino Locale abartısız ve doğal. Servis elemanları da işini iyi bilen, bulundukları ortamla barışık gençler.

Huzuru mekanda arayanlar için Alaçatı’da, Urla’da, Bodrum’da ama genel olarak Türkiye’de gidilecek, görülecek, yaşanacak, deneyimlenecek çok yer var. Aklım bir meslektaşımın, Ender Baran’ın çektiği fotoğraflar yüzünden Şavşat’ta kaldı. Hüsamettin Koçan’ın Baksı Müzesi, Kars ve pek çok yer var küçük kaçışlar için düşündüğüm yerler arasında. Ama şurası gerçek ki onlar zemini sağlıyor, mutlu olmaksa bize, huzuru arayıp aramadığımıza ve galiba biraz da huzurdan ne anladığımıza kalıyor…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.