Daha!

Mevlana İdris

Sonu hiç gelmeyecekmiş gibi bir kelime: Daha.

Her kelimenin, duygunun başına gelip biraz daha fazla, biraz daha derin, biraz daha ilerisi veya gerisini düşündürtmek isteyen garip bir kelime.

Yüksekliğin de ‘dahalanmışı’ var, alçaklığın da. Zenginliğin de yoksulluğun da. Acının da sevincin de. Yeter ki kullanılabilecek bir ‘daha’nız olsun.

Ben büyüğüm, ben daha büyüğüm. Ben küçüğüm, ben daha küçüğüm, hayır en küçük benim. Komşunun üç aylık bebeği daha küçük. Ona biraz daha vicdanlı olmasını söylesene. Söyledim daha ne kadar söyleyebilirim. Bakalım sen mi daha yamansın, Azrail mi? Canım daha neler, bunlar ne biçim bahaneler.

‘Sonsuz’ kelimesinin başına bile ekleyebiliyoruz daha kelimesini. Ve böylece zaten bilemediğimizin sınırlarını biraz ‘daha’ ne yapıyoruz acaba?

Ya ‘az’lık veya ‘yok’luk için kullandığımız ‘daha’lara ne demeli? Biraz daha ‘yok’tan söz edilebilir mi? Yalnızlığın biraz dahası?

Yıllar önce oğlumun gittiği Büyük Reşit Paşa İlkokulu’nun duvarlarında şöyle bir tabelaya rastlamıştım: “Vizyonumuz: Daha Büyük Reşit Paşa İlköğretim Okulu.” Okulun hem içinde hem dışında kahkaha atmama rağmen okulun vizyonunu değiştiremedim tabii.

‘Daha daha nasılsınız’ kullanımı var bir de. Bir türlü inandıramazsınız şöyle veya böyle olduğunuza. Beyefendi sorar da sorar: “Daha daha nasılsınız?” Siz böyle sorunca şaşırıyoruz nasıl olduğumuzu.

Daha uzun bir hayat, daha gösterişli bir yaşam, daha yeni bir telefon, daha hızlı bir araba, daha kırışıksız bir cilt, daha gür saçlar, daha yağsız bir biftek, daha barışçı bir dünya, daha iyi espri, daha güvenli bir site, daha sorunsuz bir iletişim, daha sıcak bir çay, daha çatışmasız bir bölge, daha bağımsız bir koyun, daha laik bir turp, daha yeşil bir kurbağa.

‘Yittik daha da yiteriz, bir çerkeslik mi var merkezde, nerede herkes” diyen adamımı çözmek için bir akordiyonun peşinde mavi notalara bakıyorum.

Dahası şu: Daha, dahayı konuşmaya başlamamıştık ki bir defa daha susmamızın vaktinin gelivermiş olduğunu gördük. Öperim gözlerimizden.

Aşk ile bir daha: Hû!

HÂTIRALARDAKİ SÜHEYL ÜNVER

Adamın biri fazla âh edermiş. Kendisine ‘Niye bu kadar âh ediyorsun?’ diye sormuşlar. O da demiş ki: “İçim o kadar âh dolu ki, bir yenisi geldi mi öncekilerden biri çıkıyor.” Süheyl Hoca’yı kaybedeli tam otuz yıl olmuş. Kendilerinden dinlediğim bu fıkrayı tahassürüme göre çevirerek, aynı sözü ben de tekrarlayacağım: İçim o kadar Süheyl dolu ki…

Hocayla otuz yıllık yakınlığımızda doğan bazı hatıralara yazmak istiyorum. Fakat merhum, bu gibi anma yazılarının “yanma yazısı” olmasından şiddetle kaçınırdı. Gidenlerin daima hoş taraflarıyla, tebessüme vesile olacak hâtıralarıylaanılmasını isterdi. Onun için, ben de bu anlayışa uyacağım.

Hoca mâsum doğdu, mâsum yaşadı, mâsum öldü. Başucunda Hacı Kâmil Akdik (1861-1941) hattıyla şu beyit asılı dururdu:

Cihan bâğında ey âkıl, budur makbûl-i ins-ü cin

Ne sen bir kimseden incin, ne kimse senden incinsin.”

Hayâtı işte bu anlayış üzere geçmiştir. (…) Hoca istese, gayret etse fenalık yapamazdı. İlk tanıdığım, henüz meşrebine nüfûz edemediğim yıllarda şâhidi olduğum şu hâdise hatırımdan hiç çıkmamış ve rahmetli hakkında en evvel anlatılması icâbettiği kanaatine varmışımdır: İstanbul Üniversitesinen Bayezid merkez binasındaki Tıp Tarihi ve Deontoloji Enstitüsünden bir gün beraber çıkıyorduk. Masanın üzerini tozlu gördü ve odacıyı çağırıp sinirli bir edâ ile gözlerini açarak sordu: “Nedir bu toz?” Odacı boynunu büküp durdu, “Eğer, bir daha burayı böyle görürsem ne yaparım biliyor musun?” Ben, herhalde adamın suyu ısındı; işine son vereceğini söyleyecek, diye düşündüm. Eh, ne de olsa koskoca bir Ord. Profesör… Asistanına “Efendimiz” dedirten ordinaryüsler gördüğüm için, buna da şaşmazdım. Hoca devamla; “Ne yaparım biliyor musun? Süpürgeyi faraşı alır, kendim temizlerim” dedi. Hayretten nutkum tutuldu. O arada bana dönerek, usulca sözünü tamamladı: “Kardeşim, bu adamlara ara sıra böyle çıkışmazsan iş yapmazlar!” Ünver’i bundan daha iyi anlatacak bir hâdise düşünemiyorum. (…) M. Uğur Derman-Süheyl Ünver-Kültür ve Turizm Bakanlığı

ANONS

Tek kişilik orduyu rahmet ve saygıyla anıyorum.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.