Şey

Mevlana İdris

Nasıl oluyor da bazı vatandaşlar umre diye Urfa’da dolaştırılabiliyor? Bir şeyin çivisi bu kadar mı çıkar?

Nasıl oluyor da şarjı bitmeye başlayan telefon bazıları için dünyanın sonu geliyormuş hissini veriyor? Yoksa gerçekten öyle mi? O sırada sizi kim bilir kimler arayacak ve hayatınızın teklifini sunacaklar filan mı, nedir?

Nasıl oluyor da Suriye, tıpkı Libya gibi, Irak gibi, Kuveyt, Mısır, Yemen gibi kumar masasında sürekli el değiştiren bir iskambil kağıdına dönüştü? Yancılarıyla birlikte iki zorba ne adına onu koruyormuş veya saldıracakmış gibi oradalar ve neden hep Suriyeliler öldürülüyor?

Nasıl oluyor da bir beslenme uzmanı gazlı içecekler üzerinden Peygamber Efendimizin niyetini okuyup haram ihdas etmeye kalkışıyor? Bu hayatın ya da dinin böyle kolay yontulabileceğini kim söylüyor bu insanlara?

Nasıl oluyor da yeni trende göre yaşlı insanlar bütün dünyanın sosyal sigorta sistemlerini çökerten ‘tehlikeli’ bir unsur olarak kabul edilmeye başlandı? Ne yapsın yaşlı insanlar, yaşlanmaları ve hayatta kalmaları kendi seçimleri mi?

Nasıl oluyor da bu kadar çok şey konuşuluyor dünyada ve ertesi gün yine konuşuluyor, sonra yine. Bir filozofun da zamanında ifade ettiği gibi ‘insanlar konuşma özgürlüğünün, hiç kullanmadıkları düşünme özgürlüğünün yerine geçmesini mi istiyorlar?

Nasıl oluyor da bazı düşüncelerimizi açıklamaktan çekinirken buluyoruz kendimizi? Toplum baskısından mı korkuyoruz, yoksa biz de mi inanmıyoruz o düşüncelerin temizliğine veya sağlamlığına?

Nasıl oluyor da siyasetin yerel ayağı da olsa ‘Esenyurt düşerse Mekke düşer’ söylemi pat diye çıkıveriyor bir ağızdan? Neresini düzeltelim?

Nasıl oluyor da Ütopya’nın yazarı Thomas More, Kral VIII. Henry’yi İngiltere kilisesinin başı olarak kabul etmediği için idama mahkum ediliyor demokrasinin şeyinde, beşiğinde!

Nasıl oluyor da bir milyona yakın mensubu bulunan eğitim ordusu, çocuklarımıza “bilmiyorum” demeyi uzun ve zorunlu eğitim yılları içinde öğretemiyor?

Daha bir sürü şey nasıl oluyor da oluyor efendimiz?

Hayret Efendi

Zamanın maarif nazırlarından (Millî Eğitim Bakanı) Antepli Münif Paşa, bilgin olduğu kadar da şakacı bir adamdı. Deli dolu, patavatsız tutumlarına rağmen Hoca Hayret Efendi’yi çok sever, onunla sık sık görüşürdü. Bu arada Hoca’ya takılmaktan da kendisini alamazdı. Hayret Efendi’nin dil konularında derin bir bilgi sahibi ve toleranssız olduğunu da yakından bildiği için, bu konuda onunla sık sık tartışmalara girişirdi. Bu tartışmalarda, salt Hayret Efendi’yi kızdırmak için, onun dalına bastığı da olurdu.

Birgün yine beraberdiler. Hoca Hayret’in çok güçlü bir Arapçası ve Farsçası olduğunu yakından bilen Münif Paşa şöyle konuştu:

“Önemli bir dil keşfinde bulundum Efendi Hazretleri!”

“Nasıl bir keşif paşam?”

“Biliyorsunuz, dilimizde martaval diye bir kelime vardır. Bu kelimenin nereden geldiğini buldum.”

Hoca Hayret Efendi ilgi ve merakla doğruldu:

“Nereden geliyormuş?”

“Efendim mâr kelimesi, bilindiği gibi, Farsça yılan demektir. Tavil kelimesi de Arapça uzun anlamındadır. Bunlardan ikisi birleşince bir tamlama meydana geliyor: Mâr-ı tavil oluyor. Mâr-ı tavil ise uzun yılan anlamına gelir. O halde uzun yılan, zamanla uzun yalan, yani martaval biçimine girmiştir!..”

Hayret Efendi yutkundu, fakat daha fazla dayanamadı:

“Valla onu bunu bilmem paşa hazretleri,” dedi, “işte asıl martavalı şimdi siz yaptınız.”

Fotoğrafı Kütahya’da çektim. Etrafından yalıtarak, kadrajı özellikle daraltarak. Ulucami’nin hemen önünde, açıkta öylece duruyor. Kütahya’nın her yerinde durmadan akan pınarlar, çeşmeler gibi akıyor da akıyor. Bir süre izledim bu güzelliği. Kim, nasıl bir saikle yapmıştı acaba? Buradan su içen kuşları izledim, ben de içtim elbette bu nefis sudan. Yalnızca bir şey tuhaf duruyordu: o plastik yeşil maşrapa. Oysa eminim ki orada hep ağır, kalaylı maşrapa ya da tas vardı. Dokuya bir daha baktım, arnavut usulü parke taşları, arada biten otlar, mermerde şakırdayan su, yanıbaşında bir ibadethane…Velhasıl her şey yerli yerindeydi. O birkaç metrekarelik alandaki bu inşirah açılımına ve kimsenin burayı düzenleme ihtiyacı duymamasına şükrettim.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.