Uğuldayan masa

Mevlana İdris

Yazdan geriye kalanları masaya koydu adamım.

Biraz tuzlu gözyaşı, biraz sarışın güneş ışıkları, sokaktan hızla geçen bir motor sesi, genç bir erkekle kadının tartışma sesi, bir düğün konvoyundan çıkan korna sesleri, uzaklaşan birinin ayakkabılarından çıkan ve hiç bitmeyen tak tak sesleri, bir martının kanat sesi, bir tuzluğun masaya konarken çıkardığı ses, bir üzüm tanesinin sapından koparılırken çıkardığı ses, bir kedinin duvardan duvara atlaması, bir bürokratın o gün takacağı kravatı seçmesi, bir kitabın sayfasının çevrilirken çıkardığı hışırtı, bir genç kızın keki fırından çıkarıp koklaması, yaşlı bir adamın câmiye girince bastonunun sessizce ayakkabılığın üstüne koyup öne doğru ilerlemesi, manavdan son karpuzun alınması, bir kalbin artık atmaması, atılan bir imzanın ardından başlayan tarihsel devinim, gökyüzündeki yıldızların yazdan güze geçme hareketleri, apartmana girerken duyulan kızatma kokuları…

Biter mi? Bitmez, daha bir yığın şey koyuyor masaya adamım.

Sonra bunları birbirinden ayırmadan izlemeye başlıyor. Nereye gidecek bu kadar şey? Üstelik bunlar küçük bir kısmı yazdan kalan şeylerin. Daha çay bahçeleri, vapurlar, kuleler, eller, fişler, ahşap sandalyeler, yapraklarının ucu kıvrılmış çeşitli kitaplar, ansızın kalkıp fırlayan köpekler, çöpleri atılmış envai çeşit ambalajlar, sımsıkı çekilmiş perdeler, perdelerin ardındaki binbir türlü hayatlar, bazı hayatların içinde kol gezen örümcekler, lise bahçelerinden fırlayan başıboş kahkahalı delişmen enerjiler, çay bardaklarında şıkır şıkır sağdan sola, soldan sağa fır fır dönen küçük kaşıklar, bağcıkları hiç çözülmeden giyilip çıkartılan ayakkabılar, haşlanmış mısır koçanlarını dişleyip hoşlanmayan fareler, Akdeniz’in dağlarında dolaşmaya çıkar yörük rüzgârlar ve çölü hatırlayan bazı kum taneleri.

Daha yok mu? Çok. Bitmez ki, yazdan geriye kalanlar. Yaşarken üzerimize yapışanlar, duygularımızı harekete geçirenler, bedenimizi kımıldatıp oradan oraya sürükleyen şeyler… Bitmez.

Adamım masadaki şeylere şöyle bir baktı, sonra o meşhur “masa da masaymış ha” dizesinin geçtiği şiiri hatırladı.

Edip’i de hatırladı, Ece’yi de.

Sonra Uyar, Süreya ve Karakoç geçti caddelerden uzun uzun.

Şehir dizelerle kaplandı.

Başka bir yaz başladı masada.

Masa habire uğulduyordu.

Dışarıdan bakan yaşlı bir Rus kadın

Geçenlerde yurdum insanı ile ilgili bir yoruma rastladım internette. Yorum Rus bir kadına ait. Yorumsuz olduğu gibi aktarıyorum:

Emekli bir Türk ile evlenen 72 yaşındaki Rus hanım Türklere ait gözlemlerini anlatıyor ;
“Ben Türkiye’ye geldi, evlendi .
Türk erkek Türk kadınlar çok yemek seviyor.
Hep çeşit istiyor.
Biraz oturuyor hemen yemek soruyor.
Sonra hasta olmak anlatmayı çok seviyor.
Şikayet çok.
Kadınlar kendine zaman ayırmak bilmiyor.
Hasta olmak bekliyor, doktora gitmek sonra doktor diyecek; dinlen çok yoruldun bunu bahane ederek hep hastalık konuşarak geçiriyor.
Çocuklar hep televizyon başında.
Eşimin oğlu evlendi Torun televizyon başında.
Geline dedim ki;
çocuk seni az görüyor onları çok görüyor.
Zihninde Sen az onlar çok.
Reklamları ezberlemiş.
Öyle ezberlemiş istiyor anne reddedince ağlıyor.
Işte böyle ağlıyor sonra yine istiyor yine ağlıyor 3 gün 4 gün sonra anneyle arada çatışma oluyor
Şimdi saygı nasıl olsun.
Çocuğun zihninde anne az televizyondakiler çok.
Kapat onu çocuk seni seyretsin seni anlasın senin güzelliğin onun beyninde yer etsin dedim.
Kimse anlamıyor çocukların beyni kimlerle doluyor.
Sen çocuğu Doğurdun
Sen hatırlıyorsun onu kundakladı büyüttün
Sen hatırlıyorsun
O bunları bilmiyor.
Karnını bile televizyon başında doyuruyorsun senin yüzüne bakmıyor o çizgi filme bakıyor.
Sonra diyor ki çocuk yüzümüze bakmıyor hiperaktif.
Çünkü çocuğun beynini televizyon artık yeniden tasarladı.
Sonra çocuk o çizgi kahramanların vitrinde kostümünü görüyor istiyor ağlıyor çünkü çocuk aslında artık onlara ait oldu.
Kardeşi ile oynarken bile oradaki karakterler gibi davranıyor ve o karakterler gibi konuşuyor diyorum ki; bak çocuk babası gibi değil senin gibi değil konuşması televizyon gibi.
Kadınlar çok konuşuyor hiç susmuyor.
Düşünmeden konuşmak Türkiye’de çok.
Hep hastalıklar çok konuşmaktan diyorum bana ters bakıyorlar.
Tiroid hasta diyor çok yiyorsun ve çok konuşuyorsun diyorum bana kızıyor.
Bana çok konuştukları zaman hemen elimle reddediyorum. Diyorum ki çok konuştun ben yoruldum. Çünkü dinlerken beyin doluyor ve ısınıyor.Susuyorlar o zaman. Çünkü kalp te yoruluyor.
Türk kadını güzel şeyler konuşmayı bilmiyor hep şikayet.
Kocasından şikayet ediyor, ailesinden şikayet ediyor , çocuğundan şikayet ediyor Kendinden şikayet ediyor.
1 saat çay içiyor. Çay içerken gönül demlenir fakat öyle olmuyor herkesin sinirleri kabarıyor sonra herkes evine gidiyor bu sefer ne oluyor hastalık oluyor…”

Bismillah

Vatanımız ve ordumuz. Dikkatli oku ayırmıyoruz, ikisi de aynı cümlede. Şu sanatçı bunu paylaşmış bak şu hiçbir şey paylaşmamış. Zaten belliler! Bize ne kardeşim. Şiimdi taharrir zamanı değil şimdi dua zamanı.

Şimdi ben ne yapabilirim zamanı. Neyimden fedakarlık edebilirim zamanı....

Her yer Türk bayrağı her yer Mehmet Akif koksun. Yeter mi? Yeter! Semaya fetihler yükselsin yeter mi? O da yeter! İmanlarımız savaşsın yeter mi? Artar!

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.