Musahhih aranıyor!

Muhsin Mete

Okuduğum metinlerde çokça dil ve imlâ yanlışlarını gördükçe eskiden olduğu gibi musahhih yokluğuna hayıflanıyorum. İnsanın kusurlu bir varlık olması, her devirde yapıp ettiklerinde bir düzelticiye ihtiyaç doğurmuştur. Genel anlamda peygamberlerin yerine getirdiği sahih, yani doğru hâle getirmeyi, yazma fiilinde büyük ölçüde musahhihler üstlendiler. Özenle, bilinçle yazılmayan veya dizilmeyen metinleri düzelterek yalnızca çalıştıkları gazete ve dergilere değil, dilimize de hizmet ettiler. Kelime sözcüğünün bir mânası da ‘yaralamak’ imiş ( Mustafa Kutlu, Allah İçin ). Musahhihi, yaralanan kelimeleri sıhhate kavuşturan olarak niteleyebiliriz.

***

Bir zamanlar basın dünyamızda musahhihler olmazsa olmaz olarak görülürlerdi. Hele Harf Devrimi (1928) sonrasında yeni harflerle yapılan dizgilerde yaşanan zorluklar onlar sayesinde aşılabildi. Bu görev daha çok önde gelen edebiyatçılarımıza emanet edildi. Onlarca yazar ve şairimizin bu işi yaptığını görüyoruz. Musahhih kelimesini TDK Sözlüğü’nde sorguladığımda karşıma Nâzım Hikmet’ten yapılmış bir alıntı çıktı: “ Yoksa musahhih maaşımdan haftada üç papel taksite bağlayıp seni bir şamaroğlanı gibi kullanırım.”

Günümüzde bu görev genellikle editörler tarafından yerine getiriliyor. Çokça yazım hataları ile karşılaştığımıza göre, bir yetersizlikten söz edebiliriz. Bu hataların asıl kaynağı yazarlarımız. Editörler zamanla yarışma içerisinde ancak görebildiklerini veya kavrayabildiklerini düzeltebiliyorlar. Meselâ ben gazetemizdeki ilk yazımda, aklımda kaldığı şekliyle yazma yanlışına düşerek, “ İsveçli yazar Ursula le Guin “ yazmışım. Editörümüz “ABD’li” olarak bir düzeltme yapmış. Fakat, yine düzelmedi, çünkü isim şu şekilde yazılmalıydı: Ursula K. Le Guin. Maalesef, özellikle son yıllarda görülmeyenler görülenlerden katbekat fazla.

***

Örneklere geçelim: Hasan Öztürk’ün Yeni Şafak’taki 10 Nisan tarihli “ Afganistan ah Afganistan “ başlıklı yazısı hem yazan hem de editör bakımından içine düştüğümüz zaafı gözler önene seriyor. Öztürk, köşe yazarlığının yanı sıra Ülke TV’nin yayın yönetmenliğini yapıyor ve bu televizyonda program yönetiyor. Tabir caizse ‘A Kategorisi’nde bir gazeteci olarak Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın yolculuklarına katılanlardan. Bahse konu yazısı da Başbakan’ın Afganistan seyahatine iştirak ederek kaleme alınmış. Yazı okunduğunda, Allahu alem çalakalem yazılmış bir yazı intibaı doğuyor. Pek çok yazarımız yazdıklarını basılmak üzere göndermeden son bir defa okuma gereği duymuyorlar. Okunsa bu yazıda olduğu gibi yapılan hatalar büyük ölçüde düzeltilecektir. Sadece hatalı kısımlara yer vererek alıntılar: “… Moğolistan’ın başkenti Ulan Batu’ya” (Doğrusu Batur’a); “… yemek haneye aldılar.” (Doğrusu yemekhaneye). “Çorbasından et yemeğini…” (Doğrusu yemeğine). “… üst (Doğrusu üs) bölgesindeki…”; “… Afganistan (-) Türkiye ilişkilerini(n)…”; “… bu çatışmayı (Doğrusu çatışmanın) bizlere nasıl pazarlandığını…”; “… zemin hazırlayan El Kaide’nin…” (Doğrusu el-Kaide’nin); “ Ahmet Şah Mesud” (Doğrusu Ahmed Şah Mesud). “… kah DAEŞ kah Taliban…” (Doğrusu kâh).

Yazısının sonunda Hasan Öztürk, Kabil Havalimanı’ndaki üs bölgesinde gördüklerinden mülhem şöyle bir cümle kuruyor: “ Sonra da ‘Devletsizlik ( D küçük harf olmalı), vatansızlık ne demek’ bildim.” “Bunu bilmek için Afganistan’a gitmen mi gerekiyordu?” diye sormazlar mı?

***

Özellikle yabancılara ait isimlerin yazılışı hususunda tam bir keşmekeş ile karşı karşıyayız. Bir imlâ birliği için Türk Dil Kurumu’nun üzerine düşeni yapması gerekmez mi? Bu kargaşaya yetkin gazeteci Sedat Ergin’in 10 Nisan tarihli Hürriyet’teki “ Batı bu fotoğrafın neresinde? “ başlıklı yazısından bir örnek:“ … Suriye lideri Beşar Esad’ın…” Hemen her gün haber konusu olan kişinin isminin nasıl yazılacağında bile bir mutabakat sağlayabilmiş değiliz. Doğrusu herhalde Beşşar Esed. İsmin yazımında, garip ama siyasî pozisyonumuz bile rol oynuyor.

Bir isim daha zikredeyim. Pakistan asıllı, ABD’de yaşayan kanaat önderi, Arapça ve Kur’an ilimleri profesörü Numan Ali Han medyamızda Nouman Ali Khan şeklinde yazılıyor. Bazen de bizim bildiğimiz kelime ve kavramları, herkesin bildiğini varsayarak, hiçbir açıklama getirmeden kullananlara rastlıyoruz. Dünya Bizim sitesinde, 3.1.2016’da, uzun yıllar Amerika’da bulunmuş akademisyen Kasım Topuz’la, ABD’deki islamî hayata dair yapılan söyleşide, Topuz’un şu cümlesinde olduğu gibi: “… İslam’a yaklaşımda farklılıkları olanlar da vardı, mesela Deobandi ekolü veya Barelvi anlayışı takip edenler vardı.” Deobandi ekolu ve Barelvi anlayışını ben bilmiyorum, siz biliyor musunuz?

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (11)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.