Notlara dönüş (3)

Muhsin Mete

Hakan Bıçakçı başarılı edebiyatçılarımızdan. Geçen yıl kurmaca edebiyatı sorgulayan bir kitabı yayımlandı. Konuyla ilgili olarak 14 yazarın görüşlerini topladığı ilginç kitapta yazarlara sorduğu soru ve cevaplara yer verilmiş. “Ne anlattığınız mı önemli, nasıl anlattığınız mı?” sorusuna yetkin edebiyatçı Başar Başarır şu cevabı vermiş: “İyi anlatmadıktan sonra neyi anlattığınızın bir manası, bir kıymeti kalır mı? Dümdüz yazarak olmaz. Gereksiz karalamalardan kaçınmadan olmaz. İyi bir cümle, iyi bir satır için tek tek mücadele etmeden olmaz.”

Gazete yazılarımın gayesi, “iyi bir cümle, iyi bir satır” arayışı olarak nitelenebilir. Hiç kimsenin kusurunu bulup çıkartma hazzı peşinde değilim. Dilimize sahip çıkmak en öncelikli görevlerimizden olmalı. Ülkesi Almanya’dan Amerika’ya göç etmek zorunda kalıp, anadilini konuşarak yaşama şansını yitirmiş siyaset bilimci Hannah Arendt “Ne halk, ne vatan, ne uyruk; önemli olan insanın anadili” demiş. Dilimizin kıymetini kendi ülkemizde, milletimizle gönül gönüle yaşarken idrak etmeli ve üzerine titremeliyiz. Bu “dümdüz yazarak” olmaz. Dil ve edebiyat bir yana, herhangi bir işi düzgün yapmak ehliyet, dikkat ve özenle mümkün. Dilimiz, herhangi bir işin fevkinde olsa gerek.

***

Notlara dönelim… Yeterince dikkat ve özenin gösterilmediği bir örnekle başlayalım. İstiklâl Marşı’mızın bestesi hep tartışılagelmiştir. (Gerçi güftesini tartışanlar da ne yazık ki olmaktadır.) Bu yılın başlarında Cumhurbaşkanı’mızın konuyla ilgili beyanı üzerine yeniden tartışma konusu olunca, A. Yağmur Tunalı gazetemizin Görüşler sayfasında 26 Mart’ta yayımlanan bir yazı yazdı: “İstiklâl Marşı ulu orta tartışılamaz.” Tartışılacaksa gizli kapaklı mı tartışılmalı? Sorusu bir yana,yazısında millî marş arayışlarımıza da değinerek, kaynak belirtmeden şöyle bir cümle kuruyor: “Mesala, 20. asrın başlarında Fransa’daki bir askerî toplantıda Tekbir seçilmişti. Bir diğerinde “Entarisi ala benziyor / Sultan Reşad bana benziyor” türküsü okunmuştu.” “Şeftalisi bala benziyor” mısraının yerini Sultan Reşad’ın almasına akıl sır erdirmek mümkün değil. Bu cümleyi kurarken Sultan Reşad nasıl, kime benziyor diye düşünülmez mi?

22 Mart tarihli Cumhuriyet Kitap ekinde Metin Celâl’in “Tahir, nasıl Fakir (Baykurt) oldu?” başlıklı yazısından bir alıntı: “… iyice güç yaşam şartlarında yaşamaya başlıyor.” Kelime seçimi ve cümle yapısı ünlü yazara uygun düşmüyor. 23 Mart tarihli Hürriyet Kitapsanat ekinde Rüya Rüstemoğlu’nun “Rowling’den ilham veren konuşma” başlıklı yazısından sallapati bir ifade: “… kitaplarındaki büyü sanki onun hayatına yapılmış, yaklaşık 10 yıl kadar kısa bir sürede gerçekleşti her şey…” Yazar yazdığını okumaz, editör görevini yapmaz bir yayın dünyasında yaşıyoruz. Aynı ekte Selim İleri “Suat kimdi?” başlıklı yazısında Tanpınar’ın Huzur romanından bir alıntı yapıyor fakat yazdığına dikkat etmiyor. “Ben ne hayatı seviyor ne de kendim için hiçbir selamet yolu tanıyordum.” Dikkat ve özen sorunu bir de isimlerin yazımında karşımıza çıkıyor. İsimleri yazarken elimizin altındaki Google’a bakmaya bile gerek duymuyor, aklımızda kaldığı şekliyle ve sıkça yanlış yazıyoruz. Doğru yazılışı parantez içinde vererek birkaç örnek: Mustafa Öztürk, Roger Garaduy (Garaudy), Mensur Akgün, Ahmet Yücekök (Ahmet N. Yücekök), Yücel Kayıran, Mehmet Erişiğil (Erişirgil), Devrim Yılmaz, Safiye Ali (Ayla), Salih Cenap Baydar, yöneticisi olduğu Fikir Coğrafyası sitesinde 1 Nisan tarihli müzik yazısında dikkat ve özen göstermemenin çarpıcı bir örneğini veriyor. Nur Yoldaş’ın seslendirdiği Sultan-i Yegâh şarkısının ismini metin içerisinde Sultaniyegah ve Sultan-ı Yegah olarak yazıyor. Bununla kalmıyor başka çamlar da deviriyor. Sultan-ı Yegâh’ın güftesi Atilla (Attilâ) İlhan’a ait” diyor. Eskilere giderek şöyle bir cümle kuruyor: “Itriler ,Dede Efendiler, Hamamizade Tellal Dede Efendiler…” Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi ne hallere sokulabiliyor!

İnternet sitelerinden bir örnek de Dünya Bizim’den vereyim. 3 Nisan’da “Mustafa Uçurum Ali Yalçın ve Sibel Eraslan röportajları üzerine yazdı” başlıklı yazıda Uçurum Sibel hanımın soyadını Erarslan olarak yazmış.

Boşuna “Kase-i fağfura bir dokun bin ah işit” dememişler.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.