Geleneksel muhafazakârlığın sonu ise neyin başlangıcı?

Mustafa Karaalioğlu
14/28 Mayıs seçiminin sonuçları ve etkileri çok muhtemel ki siyaset yapma biçimini değiştirecek. Basit ve genel tarifle; iktidarların yıpranması ve muhalefetin bir alternatif olarak iktidarın yerini alabileceği veya alması gerektiği pratiği işlemez hale gelmiştir. En azından bu kural Erdoğan yönetimine işlemiyor. Hiç başarılı sayılmayacak beş yıllık iktidar döneminin ardından, 28 Mayıs’ı beş yıl önceki seçim zaferinde elde ettiği oy oranıyla tamamlaması, önümüze benzeri olmayan bir siyasal veri koyuyor. Tabiatıyla bu durumda, “Nasıl oldu? Niye oldu? Başka türlü olabilir miydi?” gibi sorular özenli ve gerçekçi cevapları hak ediyor.

Seçime Altılı Masa ittifakıyla giren Gelecek Partisi’nin lideri Ahmet Davutoğlu’nun da seçim sonrası bu sorulara bazı cevapları oldu. Diğer liderlerin de… Görüldü ki kaybedilen bir seçimden sonra bazı cevapları bulmak kolay olmuyor. Birbiriyle iç içe girmiş ve mükemmel çalışması beklenen birçok değişken vardı ve bunların bazıları bırakın mükemmel olmayı, hiç çalışmadı bile. Yine görüldü ki bu seçimden anlaşılması gereken şeyler bildiğimiz seçimlerin çok ötesindedir. Bir toplum 28 Mayıs itibariyle baştan ayağa değişmiş bile olabilir! Mesele o boyutta…

Davutoğlu, serbestiyet.com sitesi yazarlarına uzun -gerçekten çok uzun- bir mülakat verdi. Öncesiyle sonrasıyla ve geleceğiyle seçimi yorumluyor. Seçimin bir anlamda sadece Erdoğan’a karşı değil, Erdoğan’ın ustalıkla sevk ve idare ettiği toplumsal tutum, davranış, ideoloji ve genetiğe karşı verildiğini; buna bağlı sebepler yüzünden de kaybedildiğini anlatıyor. Altılı Masa’nın ve Masa’daki muhafazakar partilerin göremediği, görse bile çaresiz kaldığı; “devlet, düzen, din, gelenek, tarih” gibi kavramların ama bundan daha çok sembollerin ve çağrışımların sandığa doğrudan yansımasının seçim sonucunu kaçınılmaz kıldığını düşünüyor. Davutoğlu bunların hülasası olarak artık, “geleneksel muhafazakarlık” döneminin kapandığına inanıyor. Tabiatıyla bu tespit beraberinde yeni bir soru getiriyor: Geleneksel muhafazakarlık bittiyse yerine gelen ve yüzde 50’nin üzerinde güce sahip olan şey nedir?

Uzun ve meşakkatli bir tartışma mesaisi gerekecek…

Çok kısa bir özetini aşağıya aldığım Davutoğlu mülakatının tamamının okunmasını tavsiye ediyorum.

Ülkede Bu kadar derin ve yaygın bir yoksullaşma yaşanırken, adalet sistemine güven tarihin en düşük seviyesine inmişken, geniş kitlelerin özgürlükleri her geçen gün kısıtlanırken, yolsuzluklar her kuruma ve her alana bir virüs gibi yayılmışken bütün bu çürümenin sorumlusu olan iktidarın geniş muhafazakâr kitlelerden onay almasının sebepleri üzerine hepimizin yoğunlaşması lazım. Ülkemizin geleceği bu konuda verilecek doğru cevaplara bağlı, çünkü bu kitlelerin ikna edilmediği bir sürecin başarılı olma şansı nerdeyse yok. Eğer bu geniş kitleler bütün bu çürümeyi gerçekten onaylıyorlarsa toplumsal ahlak ve siyasi kültür açısından vahim bir tablo ile karşı karşıyayız demektir. “

Toplumsal bellek ile var olan siyasi konjonktür arasındaki derin gerilimin bu sonuca zemin hazırladığı kanaatindeyim. İktidar bu gerilimi alabildiğine derinleştiren bir kampanya ile insanoğlunun en temel arayışı olan güvenlik dürtüsünü harekete geçirmeyi başarırken, bizler muhalefet olarak bu gerilimin aşılabileceği konusunda topluma güven veremedik.”

Tarihi birikimlerin sentezinden oluşan siyasal kültürün ana kavramı “kanun-u kadim” kavramı ile ifade edilen ‘düzen’ anlayışıydı. ‘Düzen’ bizatihi değerli, onu zaafa uğratacak unsurlar ise -seçmenin gözünde- tasfiye edilmesi gereken ‘tehdit’lerdi.”

Başta ‘önce insan’ diye çıkılan yol ‘devlet için insanımız feda olsun’ istismarına, ‘önce ahlak ve maneviyat’ ilkesi ‘önce güç, çıkar ve iktidar’ fırsatçılığına evrildi… Muhafazakâr semboller, milliyetçi sloganlar ve laik seremoniler eşliğinde kökleşmeye çalışan bu otoriterliğin ana unsuru Allah’ın insana bahşettiği aklı, iradeyi, onuru ve şahsiyeti yok sayması ve soyut bir ‘devlet’ varlığına feda etmesidir.”

Bu kesimlerin tercihlerinde maalesef rasyonel analizlerin ve davranış kalıplarının değil psikolojik reflekslerin, toplumsal belleği oluşturan anlatı kalıplarının, konjonktürel korku ve dürtülerin ağır bastığı bir süreç etkili oldu. Bu bağlamda iktidar propagandasının dayandığı ve tahrik ettiği üç korku ve koruma dürtüsü otoriterliğe destek vermeyi muhafazakâr kitlelerin zihninde meşru kıldı: (i) Tek Parti döneminden kalan dini/ değerlerin korunması dürtüsü; (ii) teröre karşı vatanın birliğinin korunması dürtüsü ve (iii) FETÖ ve benzeri yapılara karşı devletin korunması dürtüsü. Muazzam dengesiz ve eşitsiz propaganda makinesi karşısında bu kesimlere ulaşıp kaygılarını giderecek bir ilişki geliştiremedik. Sayın Kılıçdaroğlu’nun helalleşme bağlamında dini/manevi değerlerin korunması ile ilgili verdiği teminatlar otoriter laikçiliği savunan bazı çevrelerin açıklamaları ile, terör ve FETÖ’ye karşı bizim verdiğimiz teminatlar her açıklaması iktidarın bu korku/dürtü stratejisine yarayan Kandil ve HDP kaynaklı açıklamalarla tesirsiz hale getirildi.”

Muhafazakâr muhalefetin parçalanmış görüntüsü de derin kaygılar içindeki bu kitlelere bir teminat oluşturamadı. Bu parçalanmışlığı giderebilmek ve muhataplarımı ikna edebilmek için çok çaba sarf ettim, ama olmadı. Bu kitleler eğer en başından itibaren kendi içinden çıkan ve kendini anlayan tek ve güçlü bir alternatif ya da ittifak görseydi tablo çok daha farklı olabilirdi.”

Bizi esas hayal kırıklığına uğratanlar ise iki yüzyıllık zihni ve sosyal birikim üzerine oturan bir iktidarı sürdürebilmek için bütün o birikimin zihnî ve insanî mirasının tarumar edilmesine sessiz kalan kanaat önderleri, ilim adamları, aydınlar, vakıflar ve sivil toplum kuruluşlarının nihai kertede değer ve ilke odaklı değil güç-odaklı bir tavır takınmış olmalarıdır.”

Üzerinde tartışılması ve konuşulması gereken değerlendirmeler…

Davutoğlu, iktidara destek veren katmanları analiz ederken, “Bir kesim de iktidar nimetlerinden istifade edenlerdir ki, bunların muhafaza etmeye çalıştığı şeyler ‘değerler’ değil ‘çıkarlar’dır. Onlar ‘güç muhafazakârları’dırlar. Muhafazakâr değerlerle ilişkileri istismarla sınırlıdır” diyor.

En keskin, sarsıcı ve ağır hüküm cümlesi ile de bitirelim:

Ortada ne doksanlı yılların vicdanı ne idealleri ne de düşünsel zenginliği kalmıştır. Son seçimler bu birikimin kendini muhafazakâr ilan eden bir iktidar tarafından tüketilmesinin son mührü olmuştur.”

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (73)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.