Kendimize avukatlık başkasına savcılık

Mustafa Öztürk

İki hafta önce bu köşede yayımlanan “Şeytan Taşlamaktan Tavaf Etmeye Vakit Bulamamak” başlıklı yazıyla ilgili okuyucu yorumlarından bir kısmı, “Hocam, din işini siz İlahiyat hocaları bu hale getirdiniz; din diliniz ne kadar da sert ve zehirli… Şu ahlaksızlık kavramının kullanımı da kurgu ve imaj oluşturmak maksatlı” gibi eleştirilerle, diğer bir kısmı ise ne yazık ki dinî hamiyet adına hakaretlerle dolu. Yazılarımızda, “Bu sorunlar başkalarının değil, bizim sorunlarımız” desek de, eleştirilerimizin kendimize dönük ve aile içi meselelerimizle ilgili olduğunu açıkça söylesek de içimizden birileri, “Hoca, tüm sorunların kaynağı siz ve sizin gibiler” diyerek olanca günahı bir çırpıda bize yükleyip işin içinden çıkmaktadır.

***

Tarih envanterine öküz altında buzağı arama dönemi olarak geçeceğini düşündüğüm şu son zamanlarda yaşadıklarımız hemen hiçbir konuda birbirimize dert anlatabilme, herhangi bir meseleyi aklıselim ve hissi selimle konuşup tartışabilme imkânımızın pek kalmadığını gösteriyor. Hemen her birimiz sosyal hayatta birçok şeyin yolunda gitmediğini kabul ediyoruz; ama arızalar, sapaklıklar ve yanlışlıkların kaynağı hususunda kendimizi muahezeden muaf tutuyoruz. Hal böyle olunca, “Biz hem müslümanız hem de nasıl bu kadar yalan konuşabiliyoruz? Biz hem müslümanız hem de nasıl bu kadar kolay iftira atabiliyoruz? Biz hem müslümanız hem de nasıl bu kadar kolay nemime ve gıybet üretebiliyoruz?” diyerek kendi kendimizi sorgulamaya lüzum hissetmiyoruz.

Öte yandan, “Başta Allah olmak üzere kitaba, rasule, ahirete, hesaba, cezaya, hâsılı dünya kadar şeye inanıyoruz; ama inandığımız bunca şeyden hiçbirine hayat tecrübemizde niçin esaslı bir yer edindiremiyoruz? Dilimizle çok kolay ikrar ettiğimiz inanca niçin ontolojik bir karşılık bulamıyoruz? Yaptığımız işlerde niçin bir deontoloji kuramıyoruz?” diyerek kendi kendimizi hesaba çekmekten imtina ediyor, her şeyden önce kendimize çeki düzen vermemiz gerektiği ikazına muhatap olduğumuzda ise tıpkı bizim yazılara iliştirilen kimi yorumlarda görüldüğü üzere, “Hoca, bütün problemler hep sizin gibi İlahiyat profesörleri yüzünden” gibi yansıtma mekanizmalarını devreye sokmayı yeğliyoruz.

Yansıtma, bastırma, bahane bulma gibi hiçbir savunma mekanizmasına yaslanmadan açıkça itiraf edeyim ki biz bugün sanki dînimsi bir din dizgesi içinde dindar dinsizlik gibi absürt bir hâli tecrübe ediyoruz. Biz bu hâl ve minvalde iken bir gayri müslim çıkagelse ve bize, “Benim müslüman olmamı istiyorsunuz; ama bu konuda bana nasıl bir teklif sunuyorsunuz? Yani ben sizin gibi müslüman olunca şu an bende olmayan hangi değeri kazanacağım, sözgelimi ahlâkî açıdan hangi eksiğimi tamamlayacağım?” dese, bu gayri müslime nasıl bir karşılık vereceğimizi sizlerin yüksek takdirlerine arz ediyorum. Bu arada çok yakıcı bir gerçek olarak belirteyim ki 15 Temmuz darbe teşebbüsünden beri devlet ve milletçe FETÖ’nün maddi ve fiziki gücünü kırma mücadelesi veriyoruz; ama bu melun yapının ahlakıyla (ahlaksızlığıyla) mücadeleyi sanki es geçiyoruz. Es geçmekten öte, FETÖ’nün ahlaksızlık kariyerinden hayli nasiplenmiş görünüyoruz. Geçmişte FETÖ’nün kusursuz şekilde icra edegeldiği tehdit, şantaj, yalan, iftira gibi her çeşit kumpası şimdi biz birbirimize yapıyoruz. “Düşmanın silahıyla silahlanın” diye bilinen ve kaynağı belirsiz olduğu halde kimilerince hadis diye de nakledilen bu ilkesizlik mottosunu kendimize ilke edinmiş gibi davranıyoruz. Sonuçta, FETÖ’nün geçmiş yıllarda çok sıkı bir din ve ahlak retoriğinden basbayağı dinsizlik ve ahlaksızlık üretmesi gibi biz de Allah korkusundan azade olarak dînimsi bir din dizgesi içinde dindar dinsizlik tecrübesini geliştirme yolunda hızla ilerliyoruz.

***

İçinde bulunduğumuz berbat durumun tasviri meyanında Nurettin Topçu’nun şu çarpıcı ifadelerini paylaşmakta fayda görüyorum: “Allah korkusu, dünya hadiselerinin benzeri olan bin türlü hadiselerin korkusuna bağlandı ve böylelikle dindar geçinen bu zümrenin elinde

Allah katledildi. Dünya denilen bu hile ve riya pazarında, ahiret metaının muhtekirleri süratle çoğaldı. Bütün kirlerinin üstüne dindarlık libasını giyinenler, din hayatının sarrafları veya karaborsacıları kesildiler. Mallarının sürümünü sağlayanlara peşkeş çektiler. Kendileri ile alışveriş yapmayanları ise cehenneme gönderdiler ve sanki kendileri Allah’ın umumi vekâletine sahiplermiş gibi, iman ile isyanın sınırlarını sımsıkı ayırdılar… Din çok defa sapıklıkla birleşti ve din hayatı her türlü aydınlığın, kültürün, medeniyetin, insaniyetin düşmanı oldu.” (Nurettin Topçu, Ahlâk Nizamı, Dergâh Yayınları, İstanbul 2016, s. 87-88).

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (32)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.