128 milyar dolar: Neye niyet, kime kısmet!

Oğuz Demir

Her şeyden önce şunu yazayım. 128 milyar dolar, TCMB’de döviz/altın olarak durduğu sürece anlamlıdır. Hesapta TL olarak durması ya da TCMB dışına çıktıktan sonra vatandaşta döviz/altın olarak durmasının bir önemi yoktur. Çünkü TCMB rezervi Türkiye ekonomisinin dış dünya ile olan ekonomik ilişkisinin temel teminatıdır. Dış dünya TL cinsinden teminat kabul etmediği için de döviz/altın cinsinden bu rezerv tutulmadığı sürece bir anlamı yoktur.

Hazine ve Maliye Bakanı Elvan, pazartesi günü Türkiye’de döviz atakları vardı, bu atakların engellenmesi için rezervlerin kullanıldığını söyledi. Elbette her politika uygulamasında olduğu gibi bir tercih yapıldığını anlıyoruz. Ancak kamu kaynaklarının kullanıldığı tercihleri yaparken çeşitli senaryolar ile fayda-maliyet analizi yapılmalı ve eğer fayda maliyetin üzerine çıkacak ise politika uygulanmalıdır. Bakalım öyle mi olmuş?

Öncelikle fayda tarafına bakalım. 2019 yılı başı itibariyle hızlanan rezerv satış politikasında ekonomi yönetiminin beklediği fayda, kısa vadede TL’nin değer kaybını frenlemek, faizleri düşük tutarak ekonomide canlanmayı devam ettirmekti. Orta vadede beklenen fayda ise kur artışı nedeniyle hızlanan enflasyonu yavaşlatmaktı. Kendi içinde bile tutarsız, bir yandan canlanma yani talep artışı, diğer yandan enflasyonun yavaşlaması.

Yine de bir soralım, 128 milyar dolar rezervin harcanması ne işe yaradı?

***

TL’nin değer kaybının frenlenmesi mümkün oldu mu? Dövizin üç yıldır rekorlar kırdığına maalesef hep birlikte şahit olduk.

Peki, faiz düştü mü? Kısa vadede evet!

2019 yılına %24 faizle girmiştik. Temmuz 2019 sonrasında faizlerde ciddi bir gevşeme süreci başladı. Nisan – Eylül 2020 arasında ise faizin %8’lerde seyrettiğine şahit olduk. Her ne kadar yaşanan gelişmeler nedeniyle kasımdan itibaren yeniden bugünkü seviye olan %19’lara doğru bir artış olsa da en azından kısa vadede faizin bu dönemde düşük kalmasının sağlandığını görebiliyoruz. Ancak o dönemde de hep uyardığımız gibi faiz baskısı eninde sonunda Türkiye’ye çok daha yüksek faiz olarak geri dönecekti. Velhasıl son dönemde döndü de…

Son olarak enflasyon tarafında da iki yıldır istenen başarı sağlanamadı. Hem de TÜİK’in fiyat endekslerini hesaplama konusunda ciddi bir itibar kaybı yaşamasına rağmen. Bu süreçte 2019 ekim ve kasım ayları dışında enflasyon çift hanede seyretti. Ekonomi yönetimi sürekli tünelin ucunda ışık görse de her açıklamada enflasyonun önümüzdeki aylarda tek haneye ineceği söylense de beklenti gerçekleşmedi. Halihazırda %16 olan resmi enflasyonun önümüzdeki aylarda %20’lere doğru çıkması da maalesef içten bile değil.

Görüldüğü gibi beklenen fayda sadece faiz tarafında, o da kısa vadede gerçekleşti. Faizin düşük kalmasından ekonomi yönetiminin temel beklentisi büyümenin kur şoklarına rağmen sağlanması, yatırımların ve istihdamın artması idi. Bu beklenti gerçekleşti mi?

Maalesef hayır.

Büyüme Türkiye’nin uzun vadeli potansiyel büyüme oranı olan %5’in üç yıldır altında seyrediyor. Türkiye’de 2020 son çeyrek hariç yatırım harcamaları son üç yıldır artmıyor. Pandemi öncesinde dahi Türkiye’de işsizlik en önemli sorunların başında geliyordu. Pandemi ile birlikte iyiden iyiye derinleşti ve geniş tanımla sayısı 10 milyonun üzerinde işsiz vatandaşımız oluştu.

Bir de unutmadan…

Konut satış sayısı da pandemiye rağmen rekor kırdı ve 2020’de tarihin en yüksek seviyesine 1,5 milyona ulaştı. 2019’da da yine 1,34 milyon konut satılmıştı Türkiye’de.

Bu satış rakamlarına ulaşılması 128 milyar dolarlık rezervi tüketme politikasının beklenen sonuçları arasında mıydı?

Belki de değildi ve bir yan etki olarak ortaya çıktı.

Ya da zaten ana mesele buydu.

Karar sizin!

 

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (16)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.