Soylu’nun geri dönüş hamlesi

Osman Sert

İçişleri Bakanlığı pazartesi akşam sosyal medyadan yaptığı bir açıklama ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde, PKK/KCK/DHKP-C/MLKP/MKP/FETÖ örgütleriyle iltisaklı 557 personelin işbaşı yaptırıldığı gerekçesi ile özel teftiş başlatıldığını açıkladı.

Açıklamaya iki tür tepki var. Birinci tepki konunun teknik boyutuna ilişkin. Terör soruşturması böyle mi başlar, belediye işe başlattığı kişilerin sicil kayıtlarında bir bilgi yoksa terör örgütleri ile iltisakı nereden bilebilir, eğer terör örgütü üyeliği varsa kişiler zaten her zaman belediyeden bağımsız olarak da soruşturulabilir gibi söylemlerden başlayan birçok itiraz dile getirildi.

İktidara yakın (mevcut durumda iktidara yakın olmak tam ne demekse) gazeteciler ve sosyal medya hesapları, ‘sicil kaydı yoksa ne olmuş belediye gereğini yapsın, kulağından tutsun atsın’ gibi akla zarar savunmalar dillendirmeye başladılar. Umarım ağızlarından çıkanı kulakları duyuyordur.

Türkiye’de bir süredir gelişen bir idari cezalandırma teamülü var. Suçlu olduğu iddia edilen, çoğu zaman hakkında hiçbir yargı kararı bulunmayan kişiler “İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasında da yer alan ihbar ve şikayetler” gibi gerekçelerle idari olarak cezalandırılıyor. Bu kişilerin kurumla ilişikleri kesiliyor, hakkı olan imkanlar ellerinden alınıyor, kimi zaman işten çıkarılıyor, kurumun binalarına, sosyal tesislerine alınmıyor.

Bu cezalandırma da sadece kurumun başındaki kişinin talimatı ile yapılıyor.

Bir süredir yargı ile yürütmenin artık tek elden kontrol edildiğine kanıt olarak yargının siyasetten aldığı talimatlarla karar verdiğini gözlemlerken bu ikinci örnek ayrı bir kanal açıyor. İdare bizatihi kendisi bir yargı kurumu olarak hareket edip kişilerin bireysel haklarına dair cezalandırma mekanizması haline gelmiş durumda.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi üzerinden bu keyfiliği meşrulaştırmaya ve zorlamaya çalışanlar bir yanda bu hukuksuz kıyıma odun taşıyor diğer yanda yarın için örnek oluşturuyorlar. AK Parti, şirketlere hukuk dışı el konulmasından mülakat sisteminin sadece siyasi gerekçelerle bir insan öğütme sürecine dönmesine kadar kendisinden sonra geleceklere çok kötü bir yol haritası bırakıyor.

Eğer demokratik bir sistem var ise AK Parti’nin sonsuza kadar ülkeyi yöneteceği de, daha sonra iktidara geleceklerin benzer yollara tevessül etmeyecekleri de –aksini görene kadar- şimdilik boş inançtan öte değil.

İçişleri Bakanlığı’nın daha doğrusu Süleyman Soylu’nun bu hamlesine ikinci tepkiler ise siyasal okumaya dayalı. Kimilerine göre bu hamle ile Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde rakibini belirledi, İmamoğlu’nun adaylık şansı arttı.

En az iki yıldır Erdoğan ve kabinesinin attığı her adımı doğrudan seçimlerle ilişkilendirmek gibi bence fazla heyecanlı bir akım var. Ayasofya Camii’nin tekrar tümüyle ibadete tahsis edilmesinden Karadeniz’de her ay bir gaz yatağı bulunmasına, Merkez Bankası Başkanı değişikliklerinden Kürtlere dair iktidarın ifade ettiklerine kadar her adım doğrudan seçimlerle ilişkilendirildi.

Erdoğan’ın seçmeni ve seçimleri öncelediği bir vakıa. O yüzden bu zamana kadar arkasında birçok seçim başarısı var. Ama bu Erdoğan’ın hemen bir seçim istediği anlamına gelmiyor. Tüm o yönde yorumlanan hamlelere rağmen bir baskın seçime de ihtimal vermiyorum.

İkinci alışkanlık ise atılan her adımın uzun uzun ölçülüp biçilerek ve uzun vadeli bir plan içinde atıldığı algısı. Erdoğan öncelikle anı değerlendiren ve o günkü gündemi şekillendiren bir tarza sahip. Eğer her şeyi bir plan dahilinde yapsa idi en azından İstanbul’da seçimleri tekrarlamazdı. Kaldı ki yapılan planların her zaman arkasında ciddi bir analiz olduğu da ayrıca tartışmalı.

Pekâlâ son İstanbul hamlesini Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair hesaplardan çok Sedat Peker’in kendisi hakkındaki iddialarına cevap veremeyen Süleyman Soylu’nun siyasal sahneye dönüş hamlesi olarak okumak da mümkün.

Soylu, Peker’in onlarca iddiasına cevap veremedi. Artık eski forsu ve gücü yok. Erdoğan sonrası hesaplarda ismi geçmiyor. Hatta uzun süre ha bugün ha yarın görevden alınacak diye yorumlar dolaştı. Soylu’ya can üfleyen MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin açıklamaları ve sonrasında Erdoğan’ın sahip çıkması oldu.

Soylu siyasi karizmasına büyük darbe yemiş bir figür olarak uzun süre sessiz kalmayı tercih etti. Normal işleyen fonksiyonel bir devlette ilgili bürokratın ilgilenmesi gereken doğal felaket bölgelerinde uzun süre kalarak gözlerden uzak durmayı tercih etti.

Bu son hamle ile İçişleri Bakanı Soylu yeniden Cumhurbaşkanı Erdoğan nezdinde en kritik aktörlerden birine dönüşme çabasında. Hem Beştepe’nin hem de AK Parti kitlesinin radarında anlamlı bir yere oturmanın en kestirme yolu da CHP ile bir terör tartışması geriliminde en önde mücadele edebilen figür olmaktan geçiyor. Erdoğan da bazen bizzat kendisi kurgulamasa da ortaya çıkan gerilimleri kendi lehine kullanabilen bir geçmiş sahip.

Soylu’nun adımlarını doğrudan büyük planların ince düşünülmüş parçaları olarak görmek yerine süreci gözden kaçırmamakta fayda var.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (7)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.