Suriyeliler gidecek demek oy getirir mi?

Osman Sert

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bayram arifesinde “İktidarımızda Suriyeli misafirlerimizle helalleşip iki yılda memleketlerine uğurlayacağız. Bu iktidarımızın en önemli beş önceliğinden biridir. Plan ve programlarımız hazır.” sözleri kutuplaşması eksik olmayan ülkede insanları ortadan ikiye böldü.

Sonda söylenecek sözü başta söyleyeyim Birinci Dünya Savaşı’nda neredeyse tüm Balkanlar, Özal döneminde Bulgar göçmenler, şimdi ise Suriyelilerle bir muhacir vatanı olan Türkiye’nin gelene git deme şansı yok.

Elbette sınır kontrolleri önemli. Her elini kolunu sallayanın gelip yerleşmesine cevaz vermek değil burada mesele. Ama toplumsal dalgalarının, tarihi nüfus hareketlerinin sınırları aştığı, kapıdaki güvenlik önemlerinin büyük akınlar karşısında yetersiz kaldığı bir coğrafyada yabancı karşıtlığı üzerinden siyaset üretmek ne hukuki ne insani ne de gerçekçi.

“İki nesil önce dedelerim, ninelerim Balkan muhaciri ama Suriyeliler gelmesin”den; “Kobani’deki Kürtler gelsin de Arapların burada ne iş var”a kadar uzanan sığ milliyetçiliğin onlarca örneğini gördük bu dönemde.

Suriyeli ve mülteci karşıtlığının dışında akılda kalan tek cümlesi olmayan yeni siyasetçiler çıktı meydana. Üstelik bu politikanın taşıyıcı bir oy tabanı da yok.

CHP’nin 80 sonrasında en büyük seçim başarısı 31 Mart 2019 yerel seçimiydi. İstanbul, Ankara, Antalya, Adana’da seçmenler CHPli belediye başkan adaylarına, Suriyeliler sorununa çözüm bulacakları gerekçesi ile oy vermediler.

Kamuoyu araştırmalarında Türkiye’nin en temel sorunu açık ara ekonomi. ‘En önemli sorun mültecilerdir’ diyen hep en sonlarda.

Türkiye Raporu’nun Ekim 2020 sayısında açık uçlu olarak yani kişilerin aklına geleni söylemeleri istenerek Türkiye’nin en büyük sorunun nedir diye sorulduğunda sayılan ilk maddeler ekonomi, işsizlik, terör, kötü yönetim, eğitim, koronavirüs, adalet diye devam ediyor. İlk söylenen 13 madde arasında Suriyeliler yok.

Kadir Has Üniversitesi’nin her yıl yayınladığı dış politika anketinin 2021 raporunda Türkiye’den Avrupa’ya mülteci göçünün önlenmesini, gidenlerin geri alınmasını içeren Avrupa Birliği ile mülteci anlaşmasının yenilenmesini destekleyenler desteklemeyenlerden fazla. Esad yönetimi ile ilişkiler düzeltilsin diyenler yüzde %3. Aynı araştırmada, ‘mültecilerden memnun musunuz’ sorusuna %50’ye yakın ‘memnun değilim’ diyor ama mevcut durumdan ne ağırlayanlar ne gelenler memnun olmaz ki zaten.

Bu veriler ortada iken Suriyelileri gündem yapmanın, mülteciler üzerinden toplumu bölmenin ne mültecilere ne de ülkeye bir faydası var.

Diyelim ki en önemli vaatlerinden biri Suriyelileri göndermek olan bir ittifak Türkiye’de iktidara geldi.

Burada da iki temel problem var. Birincisi pratik açıdan bu tür bir politikayı Türkiye’nin uygulaması imkânsız. İnsanlar kendi istekleri ile Türkiye’yi terk etmek ve ülkelerine dönmek istemedikçe mülteci rakamlarında anlamlı değişikliğe sebep olacak bir geri gönderme politikası uygulanamaz.

Hatırlarsınız; Avrupa Birliği’ne rest çekmek için Türkiye’nin elindeki en büyük kozlardan biri olan ‘mültecilerin hamisi’ etiketini harcamak pahasına öngörüsüz, kısa vadeli bir akılla Edirne kapısı açıldı. ‘İsteyen gidebilir’ denildi. Bırakın savaşın sürdüğü, insanların karınlarını zor doyurduğu Suriye’ye, Yunanistan’a gidin denildiğinde bile Edirne Valiliği’nin rakamlarına göre 150 bin kişi ancak karşıya geçti. Yunanistan hem bu rakamları yalanladı hem de gidenlerin çoğunu geriye gönderdi.

Peki ne oldu? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘kapıları açarız’ resti altı boş bir blöfe dönüştü. Üstüne de Türkiye; mültecileri, insan hayatını gerektiğinde diplomatik bir araç olarak kullanabileceği argümanını karşıya verdi.

Geriye ülkenin her yerinde toplama kampları oluşturup yakaladığınız, içlerinde milyonlarca kadının ve çocuğun bulunduğu Suriyeliyi araçlara doldurup, sınırı geçirip orada terk etmek kalıyor. Bunu da Sosyalist Enternasyonal üyesi bir siyasi parti olarak mı yapacaksınız?

Bayram vesilesi ile yolda uğradığım Sapanca’da tüm ekonomi neredeyse Araplar üzerinde dönüyor. İstanbul’da siyah Vitolar binlerce paralı Arap turist taşıyor. Eminönü – Haliç hattında gezenlerin çoğu da Arap. Ekonomi zor bir dönemden geçerken işsizlik rakamlarını Türkiye vatandaşları aleyhine yükselten ama işletmeleri de ayakta tutanların bir kısmı Suriyeli ucuz işçiler. ‘Türk ekonomisi zorda, ayakta tutan Arap turistler’ romantizminden bahsetmiyorum.

‘Parası olanlar buyursun, olmayanları kolundan tutup atıyorum’u nasıl uygulayacaksınız?

Uluslararası Hukuka göre de ülkesinden can korkusu ile kaçan insanları geri gönderemezsiniz.

Bugün Suriye’de çok ciddi bir sorun var ve bu sorun ortadan kalkmadıkça bu insanlar geri gitmeyecekler. En az 5 yıl da en iyi ihtimalle mevcut kriz bu haliyle devam edecek. Yarım milyon insanı öldüren, on milyonlarca insanı yerinden eden Beşşar Esad ve destekçisi Rusya ile İran bir yere gitmedikçe bu düzen devam eder. Akla getirmek istemediğimiz senaryo ise önce İdlib sonra da Türkiye’nin kontrolü altındaki bölgede yaşayanların korumasız kalıp Türkiye’ye gelme ihtimali.

Elbette 5 milyonun üzerinde yabancı bir nüfusu sadece 10 yıl gibi kısa bir sürede kabul etmek çok zor. Kilis’te, Gaziantep’te hatta Türkiye’nin farklılıklara en açık şehri olan İstanbul’da bile yoğun mülteci akını nedeniyle demografik yapılar değişti. Ülke nüfusunun neredeyse yüzde 5’inden fazla, bazı bölgelerde çok daha yüksek oranlara varan bir ‘yabancı’ nüfusunun bir çok kesimde haklı bir rahatsızlık oluşturduğu da doğru.

Burada siyasilere düşen toplumsal gerilimleri kaşıyıp bunlar üzerinden ucuz popülizm yapmak değil sorunlara çözüm üretmek.

Suriyelileri iki yıl içinde göndeririz sorun da biter demek; paralı köprüleri, otoyolları kapatırız zarar ziyan da kalmaz, okulları da açmayız herkes evinden eğitime devam eder demekten farklı değil. Ne bu dediğinizi yapabilirsiniz ne de yapmaya çalıştığınızda sorunu çözebilirsiniz.

Hoşumuza gitmese de Türkiye, Suriyeliler için acil bir entegrasyon politikası geliştirmek zorundadır. Hatta Suriyelileri aşacak bir şekilde bunu düşünmelidir. Birçok savaş bölgesinin ortasında bulunan, istikrarlı dönemlerde bile o zaman için gücü ve büyüyen ekonomisi ile bir cazibe merkezi olan, tarih boyunca da ‘gelen misafirlerin bir süre sonra ev sahibi olduğu’ bir coğrafyada sistemli bir göçmen ve entegrasyon politikası Türkiye için şart.

Keşke yapabilse de güçlenen ekonomisi, demokratik ortamı, siyasi gerekçelerle üniversite kapatmayan eğitim sistemi, girişim hürriyeti ve mülkiyet güvencesi ile Türkiye kendi coğrafyasındaki eğitimli, nitelikli nüfus için bir cazibe merkezi olsa. Kendi gençlerine sahip çıkamayan bir ülkede zor ama, keşke işte.

Bayramınız mübarek olsun.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (58)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.