“Bağlamaz Firdevs’e gönlünü Galata’yı gören, kâfir olur ey Müselmanlar o tersayı görende”

Taner Ay

Fatih Sultan Mehmed’in Cennet Bahçesi derken aklından neleri geçirdiğini bilemiyorum ama kütüphâneleri ve kitapçıları birer Cennet Bahçesi olarak düşleyenlerdenseniz, eski Beyoğlu çıkılacak en doğru yerdi.

'69 yılı diyelim; Nihal Atsız’ın Bostancı’daki Afşin Apartmanı’na taşınmasına daha iki yıldan fazla var, bu yüzden üstadımız her sabah Maltepe’den bayrak kırmızısı ve krem renklerindeki banliyö trenine binip Haydarpaşa’ya, oradan da Şehir Hatları vapuruyla Karaköyü’ne geçiyordu. Onun Karaköyü’nden Süleymaniye’ye sapmadan önce, uzaktan Galata’nın yukarılarına şöyle bir baktığına eminim. Bunu nereden mi biliyorum, şıppadak söyleyeyim cancağızım: Bizler, yani Hukuk’un, İktisat’ın ve Eczacılık’ın ‘57’li öğrencileri, ‘76 ile ‘80 arasında, haftanın beş günü Kadıköyü’nden Karaköyü’ne geçtiğimizde, sağımızdaki Galata’ya bir selâm çakıp Nihal Atsız’ın güzergâhından Süleymaniye’ye öyle çıkardık da, ondan.

***

Köprü’ye indi mi, az ilerideki Tünel’e tırmanan Yüksek Kaldırım Caddesi’ne bakmamak, bir İstanbullunun fıtratına aykırıdır, çünkü Avnî mahlasıyla edebiyatımıza renkli sayfalar açan Fatih Sultan Mehmed bile 15’inci yüzyılda “Bağlamaz Firdevs’e gönlünü Galata’yı gören / Kâfir olur ey Müselmanlar o tersayı görende” diye yazmıştı. Firdevs “Cennet Bahçesi”, tersa ise “Hıristiyan kadın” anlamındadır. Padişahımız Galata’yı Cennet Bahçesi’nden güzel, Galata’nın Hıristiyan kadınlarını ise Müslüman erkekleri yoldan çıkaracak kadar fingirdek bulduktan sonra, bize lâf düşmez. Ama, ‘31 yılında Osman Cemal’in Yüksek Kaldırım’ı pek eğlenceli bulmasına şaşırmadım dersem de, yalan olur. Sağdaki Zürefa Sokağı’nın hengâmesini İrfan Yalçın “Genelevde Yas” isimli romanında anlatmıştı, oradaki 14 numaranın câzibesi her neyse, ustamızdan yıllar sonra Nuray Elçin’in de “Yedi Tepeli Şehrin En Namlı Orospusu” isimli hikâyesiyle bizlere 14 numaranın kapısını yeniden açtığını anımsıyorum.

***

1784 ile 1792 arasında İstanbul’da Fransa elçisi olarak bulunan Le Comte de Choiseul-Gouffier Galata’daki iki metre karelik dükkânında muhtelif Batı dillerinde kitaplar satan bir sahhaftan bahsetmesine karşın, o dükkânın tam yerini kestiremiyorum. Benzer bir bilgiyi de 1830 ve 1831 yıllarında İstanbul’da bulunan Joseph Michaud veriyor. Zürefa Sokağı’na yakın bir yerdeyse, Sermet Muhtar’ın ve Osman Cemal’in ismini bir türlü anımsayamadıkları bir sahhaf var, 30’larda kunduracı Josef’in ve İncesulu bakkal Prodoromos’un biraz aşağısındadır, ellisini çoktan aşmasına rağmen hiç alabula kuşu yemediğinden, Yüksek Kaldırım esnafı onu Matmazel Bebeka diye kızdırırmış. Yaklaşık olarak Kule’nin hizasında ve Karaköyü’ne inişte sola düşen kılıksız dombilli Mösyö Kohen’i ise çok kişi Çelik Gürsoy’dan okumuştur. Kilo ile alıp adet olarak satmakta pek mâhir olan Mösyö Kohen’in dükkânı ‘60’lı yıllara vardı mı, işte bundan pek emin değilim. Tünel’e doğru yürüyelim, Adolf Platner’den önce eski kitap alım satımıyla uğraşan bir de kalkık burunlu Mösyö Baudin varmış, bildiğim kadarıyla Platner 22 numarayı ‘20 yılında açıyor. Sonra dükkânı Patriarchias’a devrediyor, bir müddet sonra o da işi Miltiadis Noumidis’e bırakıyor . ‘59 yılında vefât eden Miltiadis için çok şey yazıldı, ben ancak Talya Noumidis’e yetişebildim. ‘78 ile ‘84 arasında Ahmet Zeki Pamuk ile oraya çok sık uğrayıp raflarını karıştırdığımızı anımsıyorum. ‘84 yılındaysa 22 numarayı Uğur Güracar satın alıp “Librairie de Péra” yaptı.

Genç yaşta kalp krizinden kaybettiğimiz Uğur’u Fenerbahçe Lisesi’nden ve Feneryolu’ndan tanıyordum. Peki, 22 numaraya hayli yakın metrûk bir binâda, ‘60’lı ve ‘70’li yıllarda pek çok kitabın kapaklarını tasarlayan Derman Över’in, kimsesiz, beş parasız ve pislik içinde ölmesine ne diyeceğiz? Hayır, yanılmıyorum, Derman Över’i ‘98 yılında kaybettik; şimdi size Derman Över’i anlatmaya başlasam, biliyorum ağzından sakızını düşüreniniz ve hâşâ sümme hâşâ çekeniniz olacaktır, sadece şunu çıtlatayım: küçük İskender’in pederiydi! Neyse, geçelim, kitapçılardan bahis açılmışken, Tünel Meydanı’na çıkışta, sağda, kasabın yanındaki 525 numaradaki Hristodulo’yu asla atlamak istemiyorum. Sermet Muhtar, ak sakallı, sıska ve cimri mi cimri Hristodulo Konstantinu’yu hiç sevmez, para uğruna cânını verecek o sevimsizin yırtık pırtık kitaplardan dahi on para indirim yaptığının görülmediğini söyler. Otuz dört yıl içinde, Mekteb-i Sultânî’nin 1872 mezunlarından Abdurrahman Şeref’i ve 1906 mezunlarından Sermet Muhtar’ı kazıklayarak edebiyat tarihimize giren bu bamya turşusunun, taşlı köye taşınacağını hissettiğinde bütün servetini Yunan ordusuna bağışlayarak bokunda boğulmasıysa ilginç bir hurde teferruattır. Giovanni Scognamillo, “Bir Levantenin Beyoğlu Anıları” isimli şeker şurubu anılarında, Tünel Meydanı’nda, bir de Sergyiadis Kütüphânesi’nden bahsediyor, 6 Ağustos 1935 günlü Akşam gazetesinin on altıncı sayfasındaki bir ilandan Sergiyadis’in 408 numarada olduğunu öğrendim. Bu Ksen Sergiyadis değişik bir kitapçı olmalıymış, örneğin 5 Nisan 1932 günlü Milliyet gazetesindeki bir haberde, sabık şehbenderlerimizden Ali Nuri Bey’in Avrupa’da Davul gazetesinde neşredip kitaplaştırdığı Abdülhamid karikatürlerinin sadece orada satıldığı yazıyor.

***

Recaizâde Mahmud Ekrem’de ve Fazlı Necip’de Tünel Meydanı demek, “Grande Rue de Pera au Téké, No. 264” adresindeki kitapçı Mösyö Wick’tir. Bu şahıs muhtemelen Pera’nın en eski kitapçılarındandı; bir kaynağa göre 1874 yılında açılmıştır, bir başka kaynağa göreyse 1874 yılında kapanmıştır. Ancak 1869-1869 yılına ait bir yıllıkta Wick “Büyük Cadde Teke’de No. 269” olarak geçiyor. Bu yüzden Wick’in dükkânının 1874 yılında kapandığı doğru olabilir. Recaizâde Mahmud Ekrem’in “Araba Sevdası” ve Fazlı Necip’in “Külhanî Edipler” romanlarında okura farklı farklı fıtratta Wick anlatılmasını size de ilginç gelebileceğini düşünüyorum. Yeri gelmişken, hemen belirteyim: Aynı yıllıkta Galata’da iki kitapçı daha yer alıyor, Anastasopulu’nunki “Mahmudiye Caddesi, No. 45”, Andreadis Simon’unki ise “Mahmudiye Caddesi, No. 11” adresindedir.

***

Tünel Meydanı benim kuşağım için en fazla Lale Plak’tır, çünkü Hakan Atala arkadaşımızdı. Eski ismiyle Lale Mağazası’nı ‘54 yılında Üsküplü bir aileden İbrahim ve Yusuf Atala kardeşler açıyor, ‘70’lerin sonuna kadar da kırtasiyenin ve yabancı dergilerin satıldığı bir mağaza olarak kalıyor, sonra bir gün vitrinde 45’likler ve 33’lükler görülüyor. Hakan’ın işin başına geçişi ise ‘87 olmalıdır, arkadaşımız kasetlerin ve kompakt disklerin piyasadan plakları kovmasına aldırmıyor, kırk metrekarelik dükkânına caza birazcık da iltimas geçerek plak yığıyor. İşte bu yüzden yılların Lale Mağazası, ‘90’lara gelindiğinde, kendiliğinden müzik severler için Lale Plak oluveriyor; bizim içinse hep Hakan’dı, Lale Plak’a gideceğim demezdik, Hakan’a uğrayacağım derdik. Lale Plak bir ara da küresel şöhrete sâhip caz trompetçimiz Ahmet Muvaffak Falay’ın yuvası gibiydi, ne vakit içeriye dalsam rahmetli Maffy karşıma çıkardı. Orada hemen her defasında gördüğüm bir edebiyat şöhretiyse şâir Merih Akoğul’du. Ben tanığı değilim ama sanırım Hakan söylemişti, Makedonya eski Cumhurbaşkanı Corge Ivanov ülkemize geldiğinde Lale Plak’a uğrayıp, epeyce Chet Baker toplamış. Maalesef 2019 yılının son günü Lale Plak kapandı, artık oradan her geçişimde içim cız ediyor.

***

Yukarıya doğru çıkmadan isterseniz Tünel Pasajı’na bir dalalım, elbette sizi oraya 13 numaradaki Kohen Hemşireler Kitabevi için sokuyorum. Mazalto ve Eliza isimlerindeki kardeşler Kohen Hemşireler Kitabevi’ni önce 1918 yılında Cadde-i Kebir’in 491 numarasında açmışlar, ‘64 yılındaysa Tünel Pasajı’ndaki yerlerine geçmişler. Aslında, Tünel ile Humbaracı Yokuşu arasında epeyce kitapçı vardı, Said N. Duhanî ile Giovanni Scognamillo tanıklarımızdır. La Grande Librairie Mondiale ilk aklıma gelen, sonradan 459 numaralı Librairie Hachette onun yerini aldı, ondan sonra da Dünya. Giovanni Scognamillo’nun aklında en fazla Librairie Hachette’in kasasındaki esmer kız kalmış. O kızın isminin Selma Özman olduğunu size ben söyleyeyim, Doktor Hasan Tahir Bey’in kızıdır, 8 Temmuz 1942 günlü Son Posta gazetesinde ise onun nikâh ilanı var. Kızımız 6 Temmuz’da uzun yıllar boyunca Librairie Hachette’te çalışan, ‘40 yılındaysa Maarif Vekâleti Kitap Depoları ve Yayınevleri Müdürlüğü’ne atanan Vecihi Görk ile dünya evine girmiş. Vecihi Görk de kimdi diye boşuna düşünmeyin, ‘43 yılında İstiklâl Caddesi’nin Mis Sokak ile kesiştiği köşede eski Moskova Pastahânesi’nin yerinde açılan Library GEN Beyoğlu Kitap Sarayı’nın ortaklarından biri olduğunu not düşersem belki parmağınıza iplik bağlarsınız. ‘63 yılında iflasla kapanan GEN’in diğer ortaklarının Ziyad Ebüzziya ile Osman Nebioğlu olması sizce de hayli ilginç değil mi? Selma Hanım’ın ‘43 sonrasında artık GEN’in kasasında oturmaya başladığının tanığıysa çoktur. Librairie Hachette’in karşı sırasındaki 338 numaralı Znanie ismindeki kitapçıyı anımsayan ise hiç kimse hayatta kalmadı; sâhibi Beyaz Ruslardanmış. Ben dükkânın ismini sadece Barones Valentine Taskin’in anılarında bulabildim.

***

Tünel’den Galatasaray’da doğru yürürken, sağdaki 235 numaralı Botter Apartmanı’nı ıskalamayalım, orayı edebiyatımıza Ayşe Övür’den önce Gentille Arditty Puller ve Ferit Edgü soktu. Selânikli Arditty ailesinin 1913 doğumlu kızı olan Gentille’yi eskiler Albert Karasu’nun Le Journal d’Orient gazetesinden ve Fransızca kaleme aldığı eserlerinden anımsıyorlar. Gentille Ardittty Puller kanımca eski Péra’nın devâmı gibi görünen Beyoğlu’nun son temsilcilerinden biriydi. Botter Apartmanı’nda oturan Gentille Arditty Puller’i maalesef ‘57 yılında çok genç yaşta kanserden kaybettik. Ferit Edgü ise sanırım ‘76 yılında Botter Apartma’nın üçüncü katını DATA Reklam için kiralamıştı, ‘78’de ve ‘79’da onun Ada Yayınları’nın 235 numarada olduğunu yazanlar var, ancak doğru değildir, Ada Yayınları “İstiklâl Caddesi, No. 475/479, Kat 3” adresindeydi.

***

Fatih Sultan Mehmed’in Cennet Bahçesi derken aklından neleri geçirdiğini bilemiyorum, ama kütüphâneleri ve kitapçıları birer Cennet Bahçesi olarak düşleyenlerdenseniz, eski Beyoğlu gidilecek en doğru yerdi. Özür dilerim, Beyoğlu’na gidilmezdi, eğer böyle konuşan birine rastlarsanız da onu mutlaka “Dilini eşek arısı soksun!” diye tersleyin, Beyoğlu’na çıkılırdı. Şehr-i İstanbul’un kibarları için doğru telaffuz budur. Sultanımızın insanı dinden imandan çıkarttığını söylediği dilberlere gelirsek, benim Eski Çiçekçi Sokak’ın önüne varmamı bekleyin...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.