Bana ‘ümmetimden’ dedi ha?

Yusuf Ziya Cömert

Evvela bir hikaye okudum. Ah! Muhteşem! Kısaltarak yazayım.

Büyük şair Nabi Hac yolculuğunda, Medine-i Münevvere’ye yaklaşırken, kervandaki ‘devletlü’lerden birinin, rivayete göre bir paşanın, devesinin üstünde ayaklarını Medine’ye doğru uzatmış, uyuduğunu görmüş.

Rahatsız olmuş. Paşanın işiteceği şekilde

“Sakın terk-i edepten kuy-ı mahbub-i Hudadır bu

Nazargah-ı ilahidir, makam-ı Mustafa’dır bu” diye başlayıp

“Muraat-ı edep şartıyla gir Nabi bu dergaha

Metaf,i kudsiyadır, busegah-ı enbiyadır bu”

Beyitiyle biten güzeller güzeli gazelini okumuş.

Paşa uyanmış, toparlanmış.

“Ne zaman yazdın bunu?” diye sormuş.

“Şimdi söyledim” demiş Nabi.

“Öyleyse sus, kimseye söyleme” demiş paşa.

(Tabii, Paşa’nın “Ne zaman yazdın” sorusu, “Kimseye söyleme” tembihi hikayenin kurmaca olduğunun delili sayılır.)

Derken, kervan sabaha yakın Medine’ye yaklaşmış.

Aaa!

Peygamberimizin mescidinin bütün müezzinleri minarelerden Nabi’nin az önce okuduğu Gazel’i okuyor.

Olacak iş değil.

Koşup soruyorlar müezzinlere. Çünkü şiir daha yeni yazıldı. Üstelik, yolda yazıldı. Yani çölde.

Müezzinler anlatıyor.

“Gece Peygamberimiz hepimizin rüyamıza girdi. Ümmetimden Nabi diye biri beni ziyarete geliyor. Kalkın, ezandan önce onun benim için yazdığı şiiri okuyun. Öyle karşılayın Nabi’yi, dedi.”

Nabi, bu cümleyi duyunca... “Bana ‘Ümmetimden’ dedi ha!” diyor ve oracıkta ölüyor.

Yahu, böyle bir hikaye gerçek olsa... Dünyada başka hikayeye lüzum yok!

Sonra baktım ki, bir internet abartması.

Daha derli toplu olan hikayelerde, Nabi’nin bayıldığı yazıyor.

Olabilir. Makul.

Şiirin gerçek olduğunu biliyoruz. Şairin de gerçek olduğunu biliyoruz.

Gerisini bilmiyoruz. Ama hikaye güzel.

Güzel hikaye bulunca fazla kurcalamayacaksın.

“Bağ-ı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz

Biz neşatın da gamın da rüzigarın görmüşüz”

İnsanın yaşı kemale erdikçe, bu mısraları daha çok söyleyesi geliyor.

Elbette, Nabi bilhassa Musahib Mustafa Paşa’nın sağlığında, İstanbul’da mesutmuş. Paşa ölünce Haleb’e göç etmiş. Devlet lojman vermiş, maaş bağlamış Nabi’ye. Fakat, Çorlulu Ali Paşa Sadrazam olunca lojmandan çıkarmışlar, maaşını de kesmişler.

Demek, öyle fitnesi fesadı çok Başbakanlar, Bakanlar, o devirde de hüküm sürmüş.

O devirde twitt olsaydı herhalde twittle çok teneke çalan olurdu Nabi’nin maaşının kesilmesine.

“Çok da mağrur olma kim meyhane-i ikbalde

Biz hezaran mest-i mağrurun humarın görmüşüz.”

Doğru... Meyhane-i İkbal. İçerken, kafan iyiyken... Küçük dağların jeolojik durumuna dair fikirler serdederken...

Sarhoşluk halidir. Sallanırsın, tökezlersin, düşersin.

Daha ağırı:

“Kase-i deryuzeye tebdil olur cam-ı murad”

O elindeki murat kadehi dilenci çanağına tebdil olabilir.

Bu arada, yanlışı düzeltmişler. Baltacı Mehmet Paşa Halep Beylerbeyi olunca Nabi’nin lojmanını ve maaşını yeniden başlatmış. Sadrazam olunca da İstanbul’a aldırmış.

Şu beyitini de çok seviyorum.

“Eğerçi köhne meta’ız revacımız yoktur

Revaca da o kadar ihtiyacımız yokdur.”

Aslında, böyle diyebilen herkesi seviyorum.

Şiir didaktik olur mu? Bazen olur.

Bazen de manzume olur.

Nabi’nin böyle eserleri var.

40 Hadis tercümesi, Hayriye’si...

Hayriye’si, oğluna şiirle nasihatidir. Güzel bir edep, ahlak kitabı.

Adab-ı muaşeret, dini öğütler, her şey var.

Buna imrendim.

Biz, çocuklarımıza, bırakalım şiiri, nesirle, sözle, ne kadar ulaşabiliyoruz?

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (7)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.