Vardık mı ‘medine-i fazıla’ya?

Yusuf Ziya Cömert

Biz kaç kişiydik ki? Neredeyse hiç yoktuk.

Eski günler canlanıyor gözümde; Üsküdar Din Görevlileri Lokali’nde piyes var. Piyesin adı Hz. Osman.

Ben daha ilkokul bire gidiyorum. Babam, annemi, beni, kardeşim Ayşenur’u aldı götürdü lokale. Evimize çok yakın zaten. Evimiz de Şeyh Mustafa Devati Camii’nin meşrutası. Lokale en fazla iki yüz metre.

Piyes Hz. Osman’ın şehadetiyle ilgili.

Biz, küçücük çocuklar ne anlarız Hz. Osman’dan?

Lokalde kaç kişiysek o kadarız işte.

Her mahallede birkaç aile.

Siyasi bir talebimiz yok. Devlet tepemize binmesin yeter.

Sonra siyaset öğrendik güya.

Selamet Partisi kuruldu.

Yine de kalabalık sayılmayız.

Köyde bir adam vardı adını hala bilmiyorum, herkes onu ‘Selametçi’ diye çağırırdı. Bir otobüsü vardı, otobüsü de selametçiydi.

Ecevitçilik modaydı. Hele Kıbrıs harekâtından sonra herkes Ecevitçi oldu.

Sonra bir rüzgâr esti, o Ecevitçilerin çoğu Özalcı oldu.

Azı da Selametçi. Ya da Refahçı.

Şimdi gidin bakın, eski Ecevitçilerin, eski Erbakancıların kahir ekseriyeti Tayyip’çi.

Bu dönüşümlerin nasıl olduğunu kimse araştırdı mı?

Soran oldu mu insanlara niye taa oralardan buralara geldiniz?

Ben görmedim öyle bir çalışma.

Çok varoş hikayesi anlatıldı.

Köyden kente göç ettik, devlet cami yapmıyordu, camilerimizi kendimiz yaptık, devlet Kur’an Kursu yapmıyordu, kurslarımızı kendimiz yaptık, yavaş yavaş varoşlarda biriktik, nüfuslarımız arttı sonunda çevreden gelip merkeze hâkim olduk.

İbn Haldun’un bedevilik ve hazarilik üzerine kurduğu teoriyi biraz andırıyor bu.

Fena hikâye değil.

Ama hepsi bu kadar mı?

Varoştaki insanlar niye Ecevitçi veya Baykalcı değil de Erbakancı, Tayyipçi oldular?

Vitrinlerde görünmeyen, arka planda, siyasal örgütle ya da birbirleriyle kuvvetli bir bağları olmaksızın, akıllarının erdiği kadarıyla etraflarına hakkı, adaleti, fazileti anlatan gönüllü bir çekirdeğin bu siyasal dönüşümde etkili olduğu söylenebilir mi?

Seni iyi bir şeye çağırıyor ve dini kıssalarda anlatılan peygamberler gibi senden hiçbir şey istemiyor.

Ne para ne makam ne mevki ne mal ne mülk.

Temiz, ahlaklı, erdemli insanlar.

‘Emin’ insanlar, ‘emanet’e riayet eden insanlar.

Yetimin hakkını gözeten insanlar.

Zaman ve mekân gözetmeksizin, meccanen, kendisini İslam’ı, Kur’an-ı Kerim’i, Sünnet’i tebliğe adayan, anlatmaya ehil olsun olmasın iyi şeyler anlatan insanlar.

Bir taraftan da yavaş yavaş siyasete entegre olan siyasete entegre olunca ‘adil düzen’ istemeye başlayan insanlar.

Tek sebebe bağlamamıza gerek yok.

Müteaddit etkenler olabilir; sosyal hareketlilikler, köyden kente göç, varoşlar… Ama bu isimsiz gönüllülerin de cemiyetin şimdilerde ‘muhafazakâr’ tabir edilen siyasete meyletmesinde etkileri olmuştur diye düşünüyorum.

Peki günümüzde nerede o ‘adil düzen’ isteyen insanlar?

Vaz mı geçtiler?

Artık ‘adil düzen’ istemiyorlar mı?

Hayal ettikleri ‘medine-i fazıla’ya ulaştılar mı?

Bu muydu varmak istedikleri menzil?

Eskiden yolsuzluğa karşı hassastılar.

Hz. Ömer’in devletin işini görürken devletin, kendi işini görürken kendisinin mumunu yaktığını heyecanla anlatırlardı.

Varoşlarda, okullarda, kahvelerde ev sohbetlerinde dinleyen herkes hayran oluyordu anlattıklarına.
Şimdi niye anlatmıyorlar?

Cemiyeti sessizce ve bin türlü fedakarlıkla dönüştürürken kendileri de eskiden olmadıkları bir şeye mi dönüştüler?

Aynaya baktıkları zaman kendilerini tanıyabiliyorlar mı?

Bu dönüşümün muhasebesini yapmak ne idik ne olduk diye sorgulamak akıllarına geliyor mu?

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (31)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.