Yeni dönemde dış borç sorununu çözmeliyiz

Türkiye 2003’den beri yüksek cari açık ve artan dış borç sorununda limitlere dayandı. Bundan sonra her yıl hem cari açığı kapatacak yeni döviz ihtiyacı, hem de eski dış borçların ödenmesi için gereken yeni dış kaynak ihtiyacı en büyük sorun olarak çözüm beklemektedir.

İBRAHİM KAHVECİ/İSTANBUL

eçim sonuçlarının ne olacağından belki de çok daha önemli sorun şu: Türkiye dış borç ve yüksek cari açık nedeniyle ihtiyaç duyduğu dövizi nasıl temin edecek? Hazine Müsteşarlığının verilerine göre ülkemizin dış borç ödemeleri yıllar itibariyle şu şekilde olacak:

Şubat - Aralık 2018:

Kamu sektörü: 19 milyar 804 milyon dolar

Özel sektör: 73 milyar 697 milyon dolar

Toplam dış borç ödemesi: 93 milyar 501 milyon dolar

2019 dış borç ödemesi:

Kamu: 14 milyar 879 milyon dolar

Özel: 41 milyar 013 milyon dolar

Toplam: 55 milyar 892 milyon dolar

2020 dış borç ödemesi: 47 milyar 297 milyon dolar

2021 dış borç ödemesi: 41 milyar 129 milyon dolar

Türkiye’nin dış borç tablosuna baktığımızda ise, özellikle özel sektörün artan dış borçları dikkat çekiyor. 2002 yılında ülkemizin toplam dış borçları 129,6 milyar dolardı. Bu borcun ise 86,5 milyar doları kamuya, 46,1 milyar doları da özel sektöre aitti. Aradan geçen süre zarfında kamunun dış  borcu 2017 sonunda 136,8 milyar dolara yükselirken, özel sektörün dış borcu 316,4 milyar dolara çıktı. Böylece toplam dış borçlarımız da 129,6 milyar dolardan 453,2 milyar dolara yükselmiş oldu.

İÇ BORÇTAN ÇIKIŞ

Borç denildiğinde aslında kafalar epey karışıyor. Herkes farklı bir borç oranı üzerinden işi ele alıyor. Mesela hanehalkı borçları mı önemli, yoksa kamu borçları mı? Ya da iç borçlar mı daha önemli, yoksa dış borçlar mı?

Hanehalkı borçlarının aslında bir gelir dağılımı sorunu olduğu, ülkenin kendi içinde çözülmesi gereken bir sorun olarak bağımsızlığı çok etkilemediği söylenir. Keza aynı şekilde kamu iç borçları da aslında dış bağımlılık olmadığı takdirde milli bir sorun olarak çok öne çıkmaz. Borç ve milli bağımsızlık denildiğinde ana sorun olarak dış borçlar görülüyor.

Dış borçlar ise, ülke bütünü olarak ele alındığında  kamu-özel ayrımı yapılmadan toplu olarak sorun hanesine yazılır. Türkiye’nin bugün yaşadığı duruma benzer bir süreç aslında İspanya yaşadı. 2000’li yıllarda başlayan büyük inşaat yatırımları ile artan dış borçlar oluştu. Tabii ki, İspanya’nın bu dış borçları da çok büyük oranda özel sektöründü. Mali kesimin inşaatın ucuza finansmanı için büyük oranda dışarıdan borçlandığı, buna karşılık kamu borçlarının milli gelirin sadece yüzde 30-35’lerinde kaldığı bir dönemdi.

Oysa küresel kriz çıktığında ilk çöküş özel sektör dış borçlarında yaşandı. İspanya mali kesimine borcunu ödeyemeyen inşaat sektörü, kısa sürede mali kesimin risklerini-batışını hazırladı. Batırılması imkansız olan bankalar nedeniyle özel sektörün dış borçları hemen kamulaştı. Ve kamunun borç oranı yüzde 35’lerden bir anda yüzde 85’lerin üzerine çıktı.

Türkiye’ye baktığımızda da artan dış borçlara karşılık kamunun hem iç, hem de dış borçlarının orantısal olarak azaldığını görüyoruz.

Merkezi yönetimin 2000 yılında 36,4 milyar TL iç borç ve 27,3 milyar TL karşılığı dış borcu olduğunu görüyoruz. Toplam 63,8 milyar TL kamu borcunun o dönem TÜİK’in hesap yönteminde olan 1987 bazlı GSYH hesabına göre yüzde 51,2’si ediyordu. 2001 yılında patlayan kriz ile bir anda kamu borcu 178,2 milyar liraya yükselmiş ve yine o dönemki GSYH’nın yüzde 100’üne çıkmıştır.Sadece ve sadece 1 yılda halı altına süpürülen borçların da ortaya çıkması ile kamu borç oranı yüzde 51,2’den tam yüzde 100’e yükselmiştir.

Alınan tedbirler sayesinde bir yıl sonra, yani 2002 yılında kamu borç oranı yüzde 87,5’e gerilemiştir.

Burada şunu unutmayalım: TÜİK sonraki yıllarda iki kez GSYH hesabını revize etmiş ve yeni hesaplarla artırmıştır. Yeni hesaplara göre 2002 yılı kamu borcunun GSYH’ya oranı şu şekildedir:

1987 bazlı hesap: %87,6

1998 bazlı hesap: %69,4

2009 bazlı hesap: %67,6

Burada görüleceği üzere TÜİK’in hesap değişimleri ile aynı borcun GSYH’ya oranı yine aynı yıl için iki defa önemli oranda düşüş göstermiştir. Sadece masa başı hesap değişim yöntemi ile kamu borç oranı 2002 yılı için yüzde 87,6’dan yüzde 67,6’ya gerilemiştir. Oysa gerçekte bir borç azalması (net ödemesi) olmamıştır.

Ülkemizde 2002 yılında başlayan sert mali disiplin ve artan kamu gelirleri kamu kesiminin borcunda artışa rağmen oranını hızla düşürmüştür. Mesela 2002 yılında 149,9 milyar lira olan iç borçlar, 2010 yılına geldiğimizde 352,8 milyar liraya çıkmıştır. 2017 sonunda da kamu iç borçları sadece 535,4 milyar liradır. Bugün GSYH’nın TL bazında, 1987 hesabına göre yaklaşık 2 trilyon, 1998 hesabında yaklaşık 2,5 trilyon ve son olarak 2009 hesabında 3,1 trilyon olduğu dikkate alındığında  iç borç sorununun nerede ise olmadığını bile söyleyebiliriz.

Oysa çok az gibi görülen kamu dış borcu bile artan kurlar nedeniyle hızla artış göstermektedir. Mesela 2012 yılında sadece 146,4 milyar lira olan kamu dış borcu, 2017 sonunda 341 milyar liraya yükselmiştir. Kamu iç borcunun yüzde 38,5 arttığı son 5 yılda kamu dış borçları TL bazında yüzde 133 gibi muazzam bir yükseliş göstermiştir.

Aynı hesabı özel sektör dış borcuna uyguladığımızda da karşımıza şöyle bir sonuç çıkıyor:

2012 yılında 228,5 milyar dolarlık özel sektör dış borcu TL olarak 407 milyar liraya karşılık gelmektedir. Ama 2017 sonunda artan dış borç ve yükselen dolar nedeniyle özel sektörün dış borçları 1 trilyon 120 milyar liraya çıkmıştır.

Özel sektörün dış borcu son 5 yılda 792 milyar lira artış göstermiştir. Ya da bir başka deyişle son 5 yılda dış borcun TL karşılığı yüzde 200 artmıştır. Bu da yıllık yaklaşık yüzde 40 artış demektir.

Acaba hangi kurum veya şirket son beş yılda yıllık yüzde 40 kazanç, veya toplamda yüzde 200 para kazanmıştır?

DÜNYA’DA YERİMİZ

Türkiye’nin dış borçları ne kadar? Kıyaslamayı nasıl yapacağız? Gelişmiş ülkelere göre mi, yoksa bizim gibi gelişmekte olan ülkelere göre mi?

Tabloda gelişmekte olan ülkeler yer alıyor. Çünkü gelişmiş ülkelerin “güven” unsuru ile borç taşıma kapasiteleri çok daha yüksek olmaktadır. Bugün İspanya’nın GSYH’ya oranı yüzde 180’e ulaşan dış borçları vardır. Hatta AB üyeliği ile dış borç oranı yüzde 100’e gelen Polonya bile bir sorun yaşamamaktadır. Ama dış borcu GSYH’nın yüzde 42,7’ye ulaşan Arjantin IMF’nın kapısını çalmak zorunda kalmıştır.

Türkiye’nin dış borç oranını ölçmek de bir sorundur. Çünkü Türkiye GSYH hesap revizyonları ile iki kez kağıt üzerinde GSYH’sını artırmıştır. Ama dış borçlar reel olarak artmıştır. Mesela 2017 sonunda 1987 bazlı GSYH hesabı geçerli olsaydı muhtemelen gelirimiz 540 milyar dolar civarında olacaktı. İşte o hesaba göre dış borç/GSYH oranı da yüzde 80’in üzerine çıkıyor olacaktı. Hatta 1998 bazlı GSYH hesabı bile geçerli olsaydı bugün dış borç oranımız yüzde 52,8 yerine yaklaşık olarak yüzde 65’lere ulaşmış olacaktı. Tablomuzda Tradıng-Economics verileri baz alınarak hazırlanmıştır. Ve buna göre ülkemizin dış borç oranı yüzde 52,8 ila bir çok ülkenin ilerisinde yer almaktadır.

EK SORUN: CARİ AÇIK

Ülkemizin döviz ihtiyacı aslında sadece dış borç stoku ile alakalı değil. Biz yıllardır dış borcu yüksek cari açığın finansmanında kullanıyoruz. Yani gerçek sorunumuz cari işlemlerden verdiğimiz açıktır.

2018 Nisan itibariyle son 12 aylık cari açığımız 57 milyar 073 milyon dolara ulaşmıştır. Geçen yıl Nisan ayında 12 aylık cari işlemler açığımız 34 milyar 053 milyon dolardı. Bu yılın ilk dört ayı itibariyle bile 21 milyar 799 milyon dolar cari açık vermiş durumdayız.

Cari açığımızı nasıl kapatıyoruz? Eskiden (2003-2008) arasında büyük oranda borç oluşturmayan yabancı doğrudan yatırımlar cari açık finanse ediliyordu. İşte o dönemde zaten dış borç artışı daha düşük düzeyde gerçekleşiyordu. Ama sonraki yıllarda giderek cari açığı daha büyük oranda dış borç kullanarak kapatmaya başladık.

Önümüzdeki dönemde hem bu cari açık kapatılacak, hem de vadesi ve faizi gelen dış borçlar ödenecek. İşte bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin önümüzdeki dönemde limitlerini doldurduğu dış borçlanma yanında bir de yüksek cari açık için döviz ihtiyacı hat safhada olacaktır. Ve yeni dönemin en önemli sorunu da işte bu döviz ihtiyacının bulunması olarak karşımıza gelecektir. 

ÜRETİMDE KULLANMADIK

Ocak 2003-Nisan 2018 arasında 570 milyar dolar cari açık karşısında ülkemize tam 611,5 milyar dolar kaynağı belli ve 43,4 milyar dolar da kaynağı belirsiz döviz girişi olmuş. Peki biz 655 milyar doları bulan döviz girişini nerde kullandık?

Adeta oluk oluk akan yabancı sermaye ile yeni yatırımlar, bilim-teknolojik atılım mı gerçekleştirdik? Aldığımız dış borçla cari açığı azaltıcı yerli üretimi mi artırdık?

İşte bu sorulara maalesef “evet” diyemiyoruz.

Aradan geçen 16 yıla rağmen hala daha yüksek oranda ithalata bağımlı ihracat yapıyor, hala yüksek yabancı malı tüketimi ile büyüyoruz. Kısacası bugün yabancı bize borç vermediğinde ne büyüme, ne de istikrar sağlayamıyoruz. Belki de en temel sorun zaten bu olsa gerek.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

Ekonomi Haberleri