Hayal kurmak psikolojik bir rahatsızlık mıdır?

Alaattin Karaca

Geçen hafta Osmanlı sosyalistlerinden Baha Tevfik’in edebiyatı zararlı bir etkinlik ve psikolojik bir hastalık olarak gördüğünü söylemiştim. Evet, Teceddüd-i İlmî ve Edebî adlı eserinde, “Edebiyat Katiyyen Muzırdır” başlıklı yazısında ileri sürer bu görüşü yazar… Ona göre sanatın/ edebiyatın zararlı olmasının nedenlerinden biri de ‘tahayyül’e dayanmasıdır. Ve hayal kurmak dahi psikolojik bir hastalıktır. Çünkü vâki ve gerçek olmayan olayların hayal edilmesi, zihnin düzenini ve işleyişini bozar. Dolayısıyla sanatkârlar, sürekli hayal ile uğraştıkları için tuhaf zihinsel hezeyanlar ve geçici cinnet hâlleri yaşarlar. Hâsılı şairler ve sanatkârlar, ruhen hastalıklı kişilerdir; gerçeklikten koptuklarından dolayı hayatın darbelerine karşı dayanıksızdırlar, onların felçli zihinlerinden ticarî başarılar, bilimsel icatlar, vatan hizmeti, büyük maddî yararlıklar beklenilemez. Hatta toplumun ahlâken çökmesine dahi neden olurlar. Özetle iddiaları, bunlar Baha Tevfik’in

Yazarın iddialarına cevap vermeden önce insandaki hayal etme yetisi nedir, onu açıklamak lazım. Gerek İbni Sina, gerekse Farabi, insanda birtakım idrak/ kavrama yetilerinin olduğunu söyler. Söz konusu yetilerin en önemlilerinden biri ‘tahayyül gücü’dür. İnsan hayal etme gücüyle, beş duyu organıyla algıladığı somut nesne ve eylemleri birbirine benzeterek ya da zıtlaştırarak, birleştirerek veya ayırarak zihninde yeni biçimler ve anlamlar üretir Böylece doğanın gerçeğini bozarak şeyleri yeniden kurar. Yaptığı, fiziksel gerçeğin yasalarına uymayan bir gerçeklik yaratmaktır. İnsanı salt maddî gerçeğe ayarlayan Baha Tevfik, bu gerçeklikten sapmaya yol açan her türlü zihinsel yetiyi ve bu yetilerle vücuda gelen sanatı, bir sapma, bir hastalık olarak görüyor. Peki gerçekten öyle mi? Tahayyül, bir hastalık hâli mi?

Buna cevap vermeden önce, tahayyül nedir, nasıl çalışır vb. sorulara cevap arayalım. Hayalin en önemli niteliği, insanı zaman ve mekanın sınırları dışına çıkarması, dünyanın/ doğanın sınırlarını yıkmasıdır. Böylece onu bir tür ‘yanılsama’ içinde bıraktığı doğrudur. Ama en önemlisi insanın bu yanılsamadan bir haz ve memnuniyet duymasıdır. Peki bu yanılsama hâli bir hastalık mı? Kuşkusuz böyle bir yanılsama hâli, doğa yasalarının yerine ikame edilirse, bir aldanışa dönüşür ve sorun olabilir. Ama kişinin doğa yasaları ve dünya gerçeklerinin yükü altında ezildiği de bir gerçektir. İşte bu durumda hayal, dolayısıyla sanat, bir hafifleme/rahatlama sağlayarak, insanı ruhen sağaltabilir. Ve şurası da yadsınamaz ki, ruh hakikatten çok hayali kabule daha yatkındır. Gerçek hayatın arzuları karşılamada yetersiz kaldığı durumda, insanın sığınağıdır hayal. Dolayısıyla edebiyat, sunduğu hayali hayat ile insanı, dar kalıplara sıkıştıran dünyadan kurtarır, tarihin dışına taşır ve yarattığı hayali evrende, okurunu geçici de olsa mutlu kılar. Böylece aynı zamanda statükoya karşı başkaldırır, gelişmeye yönelik bir adım atar. İnsan hayalleri vasıtasıyla eksikliklerinin farkına varıp, sınırları ve yasaları zorlar, dünyayı, nesneyi değiştirmek ister. İşte böylece hayal, bilim ve teknolojinin gelişimine, yeni icatlara da yol açar.

Bütün bunlardan sonra, “Ne işe yarar edebiyat?” sorusuna; Borges; “Kanaryanın ötüşü ya da çok güzel bir günbatımı ne işe yarar diye sormak kimin aklına gelir!” diye cevap vermiştir. Baha Tevfik’in iddialarına verilecek en iyi cevap budur!..

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.