Cengiz Han kimin kuluymuş

Hakan Erdem

Elvan Çelebi’nin Menâkıbu’l-Kudsiye adlı eseri, Selçukluların bütün meşruiyetlerini kaybettiği ve Moğolların da Babaîlerin yönlendirmesiyle Anadolu’yu işgal ettiği görüşlerini işlemektedir.

Önemi, Fuat Köprülü, Ömer Lütfü Barkan, İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Claude Cahen gibi daha eski kuşaktan tarihçiler tarafından bir ölçüde vurgulanmış olsa da 1239 yılında Anadolu Selçuklu devletini ve toplumunu sarsan ve güçlükle bastırılan Babaî ayaklanması hakkındaki bilgilerimizi büyük oranda Sayın Ahmet Yaşar Ocak’ın çalışmalarına borçluyuz. Ayaklanmacılar tarafından “Baba Resûlullah” olarak adlandırılan isyan önderinin aslında Baba İlyas Horasanî olduğunu ve onun baş halifesi Baba İshak olmadığını da yine Ocak ortaya çıkarmıştır.

Ocak’ın araştırmalarından çıkan bir diğer sonuç ise, “Babaî hareketi” diyebileceğimiz siyasî-sosyal ve hatta kaçınılmaz olarak dinî bir hareket söz konusu olsa bile bu ad altında bir tarikatın kurulmuş olmadığıdır. Ona göre, ne sonraki izleyicileri ne de hâliyle Baba İlyas, “Babaî Tarikatı” adıyla bir tarikat kurmuştu. Mensup oldukları tarikat ise Vefâîye idi.

Babaî isyanına katılan kitlelerin, dinî görüşleri her zaman için Selçuklu merkezinin görüşleriyle örtüşmeyen göçebeler olduğunu ve bunların da ağırlıklı olarak Harezmşah devletinin Moğollar tarafından dağıtılması üzerine 13. Yüzyılın ilk yarısında Anadolu’ya yöneldiklerini söyleyebiliriz. Bu “Harezmli” yeni göçmen ve göçebelerle ilk Osmanlıların yakın ataları arasında bir bağ olduğu da tarihçiler arasında oldukça kabul gören bir düşüncedir. Şimdi ayrıntısına girmeyelim ama sadece Rudi Lindner ve Feridun Emecen gibi modern tarihçilerin değil, ta 18. Yüzyılın sonunda, meşhur İngiliz tarihçi Edward Gibbon’ın da bu fikirde olduğunu not edelim. Gibbon, “Harezmli” adı altında pek çok Türkmen grubu bulunduğunu ve Osman’ın atalarının da bunların Selçuklu hizmetine girenleri arasında olduğunu söylemişti.

Bir bakıma, 13.Yüzyıl Anadolu’sundaki en önemli sosyal ve siyasî dönüşümleri, Moğolların Harezmşahlar devletini çökertmeleriyle ve tabii ki kısa süre içinde doğrudan Anadolu’ya yönelmeleriyle ilişkilendirebiliriz. Anadolu’ya olan yeni göçler, Babaî ayaklanması, Selçuklu merkezinin Moğol üst egemenliğini tanıması, mülteci göçebelerin Anadolu uçlarında yeni beylikler kurmaları ve Türkçenin yazı dili olarak ortaya çıkması bu dönüşümlerin başlıcaları arasındadır. Bir de unutmamak gerekiyor ki bunlar birbirleriyle bağlantılıdırlar. Mesela, Babaî hareketiyle Osmanlı beyliğinin kuruluşu arasındaki bağlantı gibi.

Köprülü’den beri, Moğolların, Türkmenleri sadece Anadolu yönüne itmekle kalmadıkları, aslında Selçuklu devletine karşı harekete geçmeleri için teşvik edici bir rol oynadıkları yolunda düşünceler de vardır. Babaî ayaklanmasında dış boyutu tartışırken Ocak, buna da dikkat çekiyor:

“Bu türden son bir ihtimal olarak bir de Moğol tahriki üzerinde düşünülebilir. Öyle tahmin edilir ki, daha Alâeddin Keykubâd zamanından beri Anadolu’yu işgal niyetini besleyen Moğollar da Türkmenler üzerinde teşvik edici bir rol oynamış olsunlar. Lâkin yukarıda da söylediğimiz gibi, bu saydıklarımız, ispatı mümkün olmayan, ama vuku bulmuş olma ihtimali de söz konusu olabilecek olan durumlardır.”

Maalesef Babaî çevrelerinden kalma çağdaş bir kaynağa veya anlatıya sahip değiliz. Fakat teselli kabilinden, Baba İlyas’ın torunun oğlu Elvan Çelebi’nin yazdığı Menâkıbu’l-Kudsiye fî Menâsıbi’l- Ünsiyye ve Baba İlyas’ın sülalesinden meşhur Osmanlı kronikçisi Âşıkpaşazâde’nin tarihi, Tevârîh-i Âl-i Osman elimizdedir. Baba İlyas’ın torunu Âşık Paşa’nın Gârib-Nâme’sini atlıyorum, iki torundan kalan bu iki kaynağın birincisini bazı tarihî unsurlar içeren bir menâkıbnâme, ikincisini ise bazı menâkıb unsurları içeren bir tarihî eser olarak nitelersek sanırım yanlış olmaz. Osmanlı- Babaî bağlantısı da açıkçası çok büyük oranda bu iki esere dayanıyor.

Azizlerin hayatları etrafında dönen hikâyelerden oluşsa da bir tarih kaynağı olarak menâkıbnâme edebiyatını külliyen bir kenara atamayız sanırım. Yalnız, bu türde amacın geçmişte ne olduğunu mümkün olduğunca tesbit ederek okuyucuya sunmak olmadığını da göz ardı edemeyiz. Mesela, yukarıda bahsettiğim Moğol- Babaî ilişkisi üzerine Menâkıbu’l-Kudsiye’den bir şeyler çıkarmak mümkündür. Elvan Çelebi, Baba İlyas’ın Şeyh Alay adlı halifesinin Moğollar üzerinde çok etkili olduğunu şöyle anlatıyor:

Şöyle kul oldı ana Çingiz Han

Zikr idindi adın alay alay

Bu eren işiğine kul olmak

Moğol’a şol sebebden oldu vay

Her ki gördi yüzin işitdi sözin

Cümle kul oldı ana Türk ü Hıtây

Cengiz Han’ın, Şeyh Alay’ın kulu olması, hiç değilse, 1221 yılında ölmüş olmasından dolayı imkânsız gibi görünüyor ama burada anlatılmak istenen herhâlde Moğolların, Baba İlyas ve yoluna olan bağlılıklarıydı. Baba İlyas yoluna bağlı oldukları yüzyıl boyunca Moğolların işleri iyi gitmiş:

“Şol sebebden Moğol tamam yüz yıl

Yolda gösterdiler safâ vü vefây

Yüz tamam oldı karn geçdi tamam

Tahtlarına zevâl irdi vay”

Daha da ilginç olan ise, Elvan Çelebi’nin, Moğolların, Şeyh Alay ve dolayısıyla kendi atası Baba İlyas sözüyle Anadolu’ya ayak bastığını söyleyerek bundan bir övünme payı çıkarması:

“Kim irâdet Hak’un velik Moğol

Hoca söziyle basdı Rum’a pay

Şol sebebden bulupdı cümle Moğol

Devlet ü taht u tâc u mülk ü saray

Türk’e kalb oldı Türk’e karışdı

Ol sebebden durur bu hûy u bu hây”

Bu resme bakılırsa, Moğolların, Türkmenleri, Selçuklu devleti aleyhine teşvik etmesindense, kendilerinin Baba İlyas’ın teşvikiyle Anadolu’ya geldikleri gibi bir sonuç çıkıyor!

Tabii ki, Elvan Çelebi’nin bu sözlerini, Moğolların gerçekten de Baba İlyas’ın sözüyle Anadolu’ya geldiklerinin somut kanıtları olarak görmek kolay değildir. Ama onun Baba İlyas’ın ne kadar güçlü olduğunu gösterebilmek için Moğolların ona ve yoluna ne kadar saygılı davrandıklarını anlatmak peşinde olduğunu, bu arada da herhangi bir Moğol aleyhtarlığı içinde olmadığını söyleyebiliriz. Bu bağlamda, Elvan Çelebi’nin, Avrasya’dakine göre çok daha küçük ölçekte olsa da bir Türk-Moğol sentezinin arenası olan ve Anadolu’daki Moğol büyük valilerinin mirasçısı bulunan Eretna beyliğinde eserini verdiğini hatırlamak da faydadan uzak olmayabilir.

Elvan Çelebi’nin Selçuklu hanedanı ve özel olarak II. Gıyaseddin Keyhüsrev karşıtlığı ise yorum gerektirmeyecek kadar şeffaftır. Ona göre, kendisine yapılan haksızlık ve zulümden dolayı Baba İlyas, Rum’a seksen yıl boyunca Hüdâ’nın rahmet indirmeyeceğini söylemiş ve şu hitapta bulunmuş:

“Döndi gaybâna aydur iy Selçuk

Kim senün gibi dakı bir şâh yok”

Sonrasında ise Elvan Çelebi’nin büyük dedesine atfettiği şu kehanetler var:

“Hutbeden sultan adını yuyalar

Hutbeyi han adına okıyalar

Gele bir tayife bu mülki ala

Sana milkten nişan vebal kala

Atunı binüben tonun geyeler

Yurdını aluban seni süreler

Bu kahırdan kamu deniz geçesiz

Alnunuza kâfir haçın basasız.”

Tabii ki burada, bu satırların, 1358’de her şey olup bittikten sonra kehanet formunda ama geriye dönük olarak yazıldığını göz önünde tutmak durumundayız. Moğolların Anadolu’ya geldiği, İzzeddin Keykavus’un onlarla çatıştıktan sonra Bizans’a sığındığı ve deniz geçerek Avrupa yakasına gittiği herhâlde Elvan Çelebi için sır değildi. Yine de bu dizelerin, Keykavus ile birlikte Bizans’a sığınan ve daha sonra da tanassur ederek Gagavuz olarak bilinecek olan Türkmen grubunun tarihine ait bir referans olmak açısından değerli olduğunu söyleyebiliriz.

Şimdi Osmanlı- Babaî bağlantısına bakabiliriz. Geçen yazımda, Şeyh Edebâli’nin bir Vefâî olmasının onun aynı zamanda bir ahi olmasına engel olmadığına değinmiştim. Tabii ki bu yolda düşünen başkaları da var. Dolayısıyla, Edebâli’nin kardeşi Şemseddin’in ve yeğeni Hasan’ın “ahi” unvanını taşımaları da onların Vefaî- Babaî olmadıkları anlamına gelmez. Aksini düşünmek, kendi ailesinde bile manevî nüfuzunu kuramamış bir Şeyh Edebâli’nin Osmanlı ailesi nezdinde böyle bir nüfuza sahip olduğu ve Osmanlı beyliğinin kuruluşunda önemli roller oynadığı görüşüyle ciddi bir çelişki oluştururdu. Kaldı ki, Âşıkpaşazâde’ye göre İznik’in fethi sırasında Orhan Gazi’yle beraber olan ve Orhan’ın orada yaptırdığı imaretin şeyhi tayin edilen “Hacı Hasan”, Edebâli’nin kardeşinin oğlu “Ahi Hasan” ile aynıysa, metin bu kişinin, Orhan’ın “dedesi” Edebâli’nin müridi olduğunu zaten açıkça söylüyor.

Bunun da ötesinde, Osmanlının sonraki dönemlerinde belki daha berrak olarak görülebilen “ulema”, “fukeha”, “fukara” ayrımlarının bu ilk dönemlerde o kadar da net olmayabileceğini not edelim. Bağlantılı olarak, yine daha sonraki dönemlerde, özellikle İran’da Safavî gücünün yükselmesinden dolayı kolaylıkla yapılabilen “Ortodoks- heterodoks” ayrımının bu dönemde aynı kolaylıkla yapılamayacağını da söyleyelim. Selçuklu merkezî otoritesiyle çatışan göçebelerin ve tabii ki Babaî- Vefâîlerin uçlara yığılmaları ise makul bir düşüncedir. Sonuçta, hem Kilikya ucundaki Karamanlıların hem de Bithynia ucundaki Osmanlıların kuruluş rivayetleri içinde Babaîlere bir rol ayrılmış durumdadır. Ayrıca, Osmanlı arşiv vesikaları arasında, Osmanlı beyliği topraklarında “Babaî” olarak anılan grupların yerleşmiş olduğuna dair kayıtlar da bulunuyor.

Menâkıbu’l-Kudsiye’de “Edebâli” adı yalnız bir kere geçiyor. O da Hacı Bektaş ile ilintilidir:

“Birine lu‘b nice vâki‘dür

Şol ki Kendek’de ceng-i sultânî

Hacı Bektaş şol sebebden hiç

Göze almadı tâc-ı sultânî

Edebali vü bundağı huddâm

Gördiler Hacıdan bu seyrânı”

Kendek denen yerdeki savaşın birine bir oyun olduğunu söylüyor. Dolayısıyla, Hacı Bektaş, sultanın tacını göze almamış ve orada bulunan Edebâli ve diğer hizmetkârlar Hacı Bektaş’ın böyle davrandığını görmüşler.

Ocak ve Erünsal, Menâkıbu’l-Kudsiye’nin 1995 tarihli ikinci baskısında, bu mısralar için, “şimdiye kadar sadece ünlü bir ahî şeyhi ve Osman Gazi’nin kayınpederi diye bilinen Şeyh Edebalı’nın da Baba İlyas halifesi olduğunu imâda bulunuyor. Üstelik onun ve daha başkalarının, Hacı Bektaş gibi isyana katılmadıklarını, böylece kendilerini selâmete eriştirdiklerini de açıklıyor” yorumunda bulunuyorlar. Daha sonra da “Edebalı’nın Baba İlyas ile olan münasebeti”nin “kronolojik olarak imkân dâhilinde” olduğunu ama Edebalı’dan bahseden başka hiçbir kaynakta, Edebalı’nın bu bağlantısından bahsedilmediğini vurguluyorlar. Yalnız, Baba İlyas’ın bağlı olduğu Vefâî tarikatının piri, yani Ebul’l-Vefâ Bağdadî’nin menakıbının Türkçe tercümesinde bulunan ve Edebâli’nin, Ebul’l-Vefâ halifelerinden olduğu yolundaki ifadelere dayanarak “Elvan Çelebi’nin sözlerini teyid eden bu ibare Edebalı’nın Baba İlyas halifesi olduğunu kuvvetli bir ihtimal haline getiriyor” şeklinde temkinli bir hükme ulaşıyorlar.

Ocak, Babaîler İsyanı adlı meşhur çalışmasının Şubat 1996 tarihli genişletilmiş ikinci basımında Şeyh Edebâli’nin bu bağlantısı hakkında çok daha pozitiftir:

“Osman Gazi’nin kayınpederi olarak ilk Osmanlı kroniklerinde adı geçen bu zat, ilk defa Elvan Çelebi’nin eserinde Baba İlyas’ın halifelerinden biri olarak yer almaktadır. Onun sözlerinden ‘sultanın tacını göze almayan’ Edebalı’nın, Hacı Bektaş’la birlikte isyana katılmadıkları anlaşılıyor.”

Kılı kırk yarmak gibi olacak ama Menâkıbu’l-Kudsiye’ye göre “sultanın tacını göze almayan” kişinin Edebâli değil, Hacı Bektaş olduğunu söylemek durumundayım. Bir eylemde bulunmayan Hacı Bektaş; Edebâli ve diğer hizmetçiler sadece seyretme konumunda. Ayrıca, Elvan Çelebi, Baba İlyas’ın ayaklanmasına katılmadı diye Hacı Bektaş’ı eleştiriyor gibi de değil. Yeri gelmişken, Sayın Ahmet Karamustafa’nın, Hacı Bektaş’ın Vefâî ve Baba İlyas’ın halifelerinden olduğu görüşüne çok mesafeli durduğunu ve Elvan Çelebi’nin böyle bir halifelikten bahsettiği düşüncesinde olmadığını not edelim.

Her hâlükârda, Ocak’ın, Edebâli’nin, Baba İlyas’ın doğrudan halifesi olduğunu düşündüğünü söyleyebiliriz. Yine Babaîler İsyanı’nda Edebâli hakkındaki şu ifadelerinden bunu görebiliyoruz: “Ayrıca kendisinden bahseden hemen bütün kaynaklar, Şeyh Edebalı’nın 726 / 1326 yılında 120 yaşında olduğu halde vefat ettiğini yazarlar. Bu da onun Baba İlyas’la daha çok genç iken münasebette olduğunu ortaya koyar.” Geldik mi yine erken Osmanlı kaynaklarındaki o malum, “çok uzun yaşayan kişiler” konusuna? 1326 (veya 1324’te) ölen bir kişinin, 1239’da öldürülen Baba İlyas’ın halifesi olabilmesi için o tarihte 33 yaşında olduğu anlaşılıyor peki onun Osman Gazi ile evlendirdiği ilk evliliğinden olma kızı kaç yaşında olur? Devam edeceğiz.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (10)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.