Bunca saçmalık varken

İskender Öksüz

Korona Virüsü’nü Bill Gates çıkarmış. Korona, dünya nüfusunun yüzde seksenini öldürmek için tertiplenmiş bir komploymuş. Yok yok öldürmek için değil, çiplemek için…  Aşı tehlikeli. Sarımsak yiyin bir şeycikler olmaz.  Korona Virüsü bundan yıllar önce biliniyordu ve kârdan başka bir şey düşünmeyen ilaç firmaları (ve yine Bill Gates) bunun patentini bile aldılar. Şimdi de aşıları dünyadaki fakir ülkelere satarak milyarlarına milyarlar katacaklar. Virüsü, ABD, Çin’e saldırmak için üretti (salgın Çin’deyken);  Çin virüsü ABD’ye karşı geliştirdi (salgın ABD’de azgın haldeyken). 

Üstümüze uçaklarla kimyasallar sıkıyorlar. Amerika HAARP silahıyla depremler çıkarıyor. 

Kim üretiyor bunları? Bu masalları kim kurgulayıp servis ediyor? Bu sorunun cevabını arıyorum. 

DIŞ GÜÇLER AMA DÜNYA DIŞI GÜÇLER

Ben, Bilim-Kurgu’nun altın çağına yetiştim. Heinlein’lar, Clarke’lar, Bradbury ve Asimovların çağına. Onların şimdi klasik olan hikâyeleri henüz kitap olmamış, dergilerde tefrika edilirken. Bu hikâyelerden birinde bir genç arkadaş gurubunda, yukarıdakine benzer bir soru sorulur: “Ortalıkta bir sürü fıkra dolaşıyor. Herkes bunları, ‘Bugün çok hoş bir fıkra duydum’, diye anlatmaya başlıyor; peki hiç, ‘Bugün bir fıkra uydurdum, dinle bak’ diyene rastladınız mı? Hayır değil mi? Fakat fıkraların bir kaynağı olmalı değil mi?” Gençler fıkraların ilk çıktığı noktayı araştırmaya karar verirler. Ve onu bir türlü bulamazlar. Hikâyenin sonunda anlaşılır ki fıkraları dünya dışı varlıklar üretmekte ve bunların deveran hızını ölçerek insanların ruh hallerini çözümlemektedirler. İyi bir pazar araştırması yöntemi. Bravo dünya dışı varlıklara!

Fıkralar güzeldi, inceydi, insanı eğlendirirdi. Fakat yukarıdaki saçmalarda bu hoşlukların hiçbiri yok. Tehdit, öfke ve nefret var… Yine de deveran ediyorlar, durmaksızın ortalıkta dolaşıyorlar. Hatta bazıları, “Hemen arkadaşlarınıza haber verin, yoksa! Şimdi televizyon haberlerinde de söylediler!” gibi eklentilerle bu fikir virüslerinin yayılmasını kolaylaştırıyor. Hani Korona Virüsü’nün çıkıntıları gibi. 

İnternet’ten önce de saçmalıklar vardı. Fakat dolaşım hızları bu kadar yüksek değildi. Radyo, televizyon gibi yayın vasıtalarının bu derece saçmalıklara yer vermesi pek enderdi. Veren olursa da diğerleri onu düzeltirdi. Gazete hem sorumluluk hem zaman bakımından kısıtlıydı. Gazetenin yöneticisi belliydi, haberin yazarı da. Her zaman onlara dönüp, “Nedir bu?”, diye sorabilirdiniz. Zaman kısıtından kastım de şu: Bugünün saçma sapan haberi yarın unutulurdu. 

Bugün saçmalayan belli de sizin ona ulaşmanız mümkün değil. Bir adresi, telefon numarası yok. Zaman kısıtı da kalkmış vaziyette. Üç ay önce ortada dolaşan palavra, bugün tekrar karşınıza çıkıyor. Mesela bundan 17 yıl önce çıkan Korona Virüsü salgını hakkında yapılan toplantıların görüntülerini, “İşte ispatı, biliyorlardı- Şok… Şok” diye altı ay kadar önce paylaştılar. Bugünlerde tekrar dolaşıma soktular. (Eskisi SARS-CoV-1, yenisi SARS-CoV-2)

Peki, ne yapmalı? 

Eskiden haberler yayımlanmadan önce filtrelenir, ondan sonra yayımlanırdı. Bugün haber hacmi o kadar arttı ki… Belki bine, belki on bine katlandı, çünkü haberlerin yayımında hiçbir ekonomi veya fizik barajı yok. Yazıyorsunuz, bütün dünya erişebiliyor. O halde bugün haberleri yayımdan sonra filtrelemeliyiz.  

ALKALI ELMA SİRKESİ!!!

Bu yolda en kolay ilk adımımız, güvenilir kaynakların bir listesini yapıp, herhangi bir haber kafamızda soru işaret doğurduğunda, o güvenli kaynaklarda var mı diye bakmak olmalı. Tabi bu yüzde yüz doğruluk garantisi sağlamaz ama o yönde atılmış esaslı bir adımdır. Sermayeleri itibarları olan basın kuruluşları kolay kolay o cins haberi yayımlamaz. Mesela hükümetin önemli bir bakanının istifasını 27 saat vermeyen basın kuruluşunun haberlerine itibar etmek, herhalde doğru olmaz. 

Saçmalıkların bazı ortak özellikleri de var. https://bit.ly/36vQluD  

Bütün önlemlere rağmen yine de aradan bir şeyler kaçabilir. Belki bir hafıza hıçkırması, belki bir kısa şaşkınlık süresi. Birkaç gün önce Sözcü’de, Sayın Yılmaz Özdil, Canan Karatay Hoca’nın bir mektubunu yayımladı. Karatay yine gargarayı tavsiye ediyor, daha önce birçok mecrada söylediklerini tekrarlıyordu. Alkali beslenme, alkali gargara… Prof. Dr. Karatay’ın aldığı bunca eleştiriye rağmen doğru sandığını-tekrarlaması ve hemşehrim Yılmaz Özdil’in de mektubu yayımlaması övgüye değer. Ancak katiyen anlayamadığım bir nokta var: Alkali elma sirkesi! Bütün sirkeleri sirke yapan nesne asetik asittir ve bakın, adı üstünde, alkali değil, asittir. Hoca mektubunda pH’ın ne demek olduğunu gayet doğru anlatıyor; iyi de ediyor. Ancak mutfaktaki sirkenin pH’ı 2-3 arasında. Yine buyurdukları gibi bu rakam 7’nin altındaysa o nesne asittir. Hocaya bir başka tenkidim de “büyük otoriteler” ifadesinin yeterli atıf teşkil etmediğidir. Boyu kaç olursa olsun atıf yaptığınız şahsın adını, hele zahmet olmazsa, o iddiayı yayımladığı kaynağı da belirtmelisiniz. Gargaranın faziletleri hakkında acaba deliller nedir? Hani şimdi “Delile dayanan tıp” diye bir şey var ya. Yoksa ha siz söylemişsiniz ha Cüppeli. Bakın o, haberleri cidden dünya dışından alıyor!

Bu bir sürçü lisan mıdır, yoksa hekimlerimizin kimya eğitiminde bir sorun mu var? Uzman bir operatör doktorun da K Vitamini ile sembolü K olan potasyumu karıştırdığının şahidiyim.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (18)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.