Kalite mi düştü, biz mi alıştık?

İskender Öksüz

Bir dost toplantısında Cem Yılmaz’ın, “Diamond Elite Platinum Plus” adlı son gösterisini tartışıyorduk. Gösterinin ismi bile sanattı: İkinci sınıf promosyon oyunlarını hicvediyordu. Bir arkadaşımız, “Güzeldi ama, eskiden daha çok gülerdik.” dedi. Sonra düşündük. Evet, Cem Yılmaz’ın yapıp ettiğinde bir kalite azalması yoktu. Belki tersine, ustalaştıkça daha da iyi oynuyordu.

Peki o halde?

O haldesi şu: Eskiden Cem Yılmaz’ınkine benzer gösteriler pek enderdi ve biz bir tane yakaladık mı tadını tam çıkarıyorduk. Her sahne bizim için bir sürprizdi. Yalnız Cem Yılmaz değil daha nice başarılı komedi sanatçıları vardı ve onları da keyifle, kahkahalarla seyrederdik. Yaşın avantajı, ben “Cibali Karakolu”nu Muammer Karaca’dan seyrettim. Fakat böyle keyifler ayda yılda ancak birkaç kere yaşanırdı ve bayram etkisi yapardı. Düşünün, Münir Nurettin’i İzmir’in Elhamra Sineması’nda dinlemek. Ama yılda bir kere, sadece bir kere. Müzeyyen Senar’ı Fuar’da ve yine yılda bir kere dinlemek. Muammer Karaca daha seyrek gelirdi.

ALIŞTIK, KANIKSADIK

Şimdi amatör sokak televizyonlarından YouTube videolarına, sosyal medya paylaşımlarına kadar, o kadar çok hicivle karşılaşıyoruz ki bir hiciv doygunluğu var hepimizde. Yalnız hiciv değil, bütün dizilere, bütün filmlere o kadar kolay ve sık ulaşıyoruz ki!

Saydığım Türk müziği virtüözleri parmaklarımızın ucunda. Telefonunuza kayıtlı değilse internette mutlaka vardır. Hem de birkaç farklı temsiliyle.

Toplumda “Aman şunu gördünüz mü? Mutlaka gidin!” tarzı konuşmalar, heyecanlar artık yok. Belki şahıstan şahısa, arkadaştan arkadaşa böyle sohbetler hâlâ yapılıyordur ama hiçbiri şöyle kitle modası olmuyor.

Nerde o eski güzel günler…” diye yazmıyorum. Bugünler eskilerden belki de daha güzel. Daha zengin oldukları muhakkak. Daha çok sayıda esere daha kolay ulaşıveriyoruz. Bir yere gitmemize de gerek kalmadı. “Tiyatro” önce televizyonla evimizde, sonra internetle her an emrimize amade hale geldi. Kasten “tiyatro” dedim, sinema da bir bakıma tiyatronun daha kolay ulaşılır şekli değil miydi? Ve başlangıçta bundan ibaret sayıldı ama kendine has nice yeni boyutlar kazandı.

Tiyatro, beyaz perde, televizyon ekranı ve nihayet sayısal ekran, yani bilgisayar, tablet ve telefon ekranları böyle. Ulaşım kolaylaştıkça alışkanlık peyda ettik.

DERGİLERİN GÜCÜ KAYBOLDU

Fakat aynı bolluk sürecinin yaşandığı başka medyalar da var. Daha yarım asır önce dergiler son derece etkiliydi. Sanatta da siyasette ve fikir sistemlerinin yayılmasında da. “Varlık’ta yazım çıktı!” diye deli gibi sevinirdi insanlar. Hisar ve Türk Edebiyatı da öyleydi. Töre ve Devlet bir döneme ve o dönemin fikir, sanat ve siyaset hayatına damga vurmuş mecralar oldu. Daha önce solda Yön, sağda Yol dergileri fikir ve siyaset hayatında öncülük ederdi. Tabi, daha eskilere giderseniz, İsmail Gaspıralı’nın 35 yıl boyunca yayımladığı, başlı başına bir fikir ve siyaset hareketini, haftalık Tercüman gazetesini de listenin en başına alabiliriz. Şimdi böyle dergiler, hatta böyle tek bir dergi yok artık. Fikre, yoruma, kanaate ulaşmak o kadar kolay ki insanlar bunları yakalamaya değil, bıkıp bunlardan kaçmaya çalışıyor. Niteliğin düşmesinden değil, niceliğin artmasından. Gerçi yayıncılıkta baraj kalmayınca, insanlar işaret parmaklarıyla tıklayıp yayım yapabildikçe, ancak okur- yazar olanlar da kamuoyuna açılıyor ama bu bir kalite düşüşü sayılmaz. Çünkü kaliteli ve yüksek kalitelilere de aynı kolaylıkla ulaşmak mümkün.

Fakat niceliğin artışı bir şeye daha yol açıyor: Okuyucu, dinleyici, seyirci kitlesi seçenekler arasında dağılıyor. Dolayısıyla yayınların kitleleri küçülüyor. Yayınlar etrafında toplanan cemaatler yok artık. Okuyucu cemaatleri de yazar toplulukları da... Hisarcılar, Töreciler yok artık.

KALİTE DÜŞMEDİ, ÇOKLUK İÇİNDE SEYRELDİ

Kalite birçoklarına düştü gibi görünebilir. Muhtemelen ortalama kalite için bu doğrudur. Ama düşününüz; yarım asır önce ortalamayı onlarca yayın üzerinden alabiliyorduk. Şimdi binlerce, hatta İnternet varlıklarını da hesaba kattığımızda yüzbinlerce yayın üzerinden alıyoruz. Kalite dağılımının alt kuyruğu eskinin çok altında olabilir ama üst katmanları muhtemelen eskilerin de üstündedir. Fakat bir kayıp var: Takipçi sayısı. Takip edilecek nesneler yüzlerce, binlerce kat artınca, her birinin takipçisi de neredeyse o kadar azaldı. Fenomenler hâriç tabi… Fakat o başka bir fenomen!

Bir seyrelmedir bu, gerileme değil. Sayı arttı fakat toplaşma, öbekleşme azaldı. Dolayısıyla o öbekleşmenin, toplaşmanın yazana da okuyana da sağladığı avantaj kayboldu. Fikir alışverişinden, birbirini yakından izlemekten doğan dikkat ve yoğun düşünce; bazen de tenkit… Bunların yoğunluğunu kaybettik.

Namık Kemal, Sakız Adası’nda vefat ettiğinde Diyarbakır’da Süleyman Nazif’in babası ve arkadaşları sarsılıyor, günlerce mateme bürünüyor. Yahya Kemal’in bir şiiri yazmaya başlaması gazetede heyecan verici bir haber oluyor.

Eskiden toplanan, odaklanan dikkatimiz bugün dağınık. Buna karşılık besleneceğimiz ve besleyeceğimiz daha fazla seçenek var ve bunların her birine ulaşmak daha kolay. Bütün iş üretmeye ve üretileni takdir etmeye kalıyor.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (11)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.