Bunları düşünmeliyiz

Mustafa Çağrıcı
Apaçık olan bir gerçek şudur: Günümüzde “dünya düzeni” denilen olgunun, âdil olduğunu, ahlâkî bakımdan sürdürülmesi uygun bir düzen olduğunu hiçbir temiz insan vicdanı onaylamaz. İkinci açık gerçek ise –sebepleri ne olursa olsun- bir tarafta kişi başına milli gelirin on binlerce dolar, diğer tarafta bir-iki yüz dolar olduğu bir dünya, insanca bir dünya olamaz. Böyle bir dünyanın huzurlu olması da mümkün değildir. Hele, avantajlı devletlerin inanılmaz derecede geliştirilmiş bulunan şiddet araçlarıyla dünya barışı ve huzurunu sağlamaları ne sürdürülebilirdir ne insanidir. Bunun bir yöntem olarak düşünülmesi bile insanlık için tehdittir.

Bu kadar küçülmüş olan dünyada bugünkü uluslararası ilişkiler pratiği ve onun arkasındaki sömürücü-çatışmacı kafa yapısı, insanlığın artık yakın geleceğini bile güvenilmez kılmaktadır.

Sırf çıkar amaçlı modern ekonomi ve siyaset, pozitivistlerin “büyüsüz dünya” dedikleri, manevilikten, ruhsal enginlikten yoksun bir dünya üretti. Bu dünyanın insanı, geleneksel medeniyetlerin tanıdığı ‘insan’dan farklı, sığ, yavan ve bencil bir varlık oluyor gitgide. Oysaki Tevrat’ın –tevhid ilkesinin yanında, ana babaya saygı, öldürme yasağı, zina yasağı, kul hakkı, komşu hakkı gibi ahlak yasalarının da bulunduğu- “On Emir’inde; İncil’in –On Emir’i daha da ahlâkîleştiren “Dağ Vaazı”ında ve Kur’an’ın bu listeyi genişleten ahlak buyruklarında (mesela İsrâ 17/22-39) evrensel ahlak ve insanlık yasaları yer alır. Keza benzer yasaları Mecûsîliğin “üçlü ahlak sistemi”nde, Hinduizm’in “Üç Yol”unda, Budizm’in “Beş Emir”inde, Konfüçyüsçü öğretinin “Beş İlke”sinde de buluruz.

Genellikle “altın kural” denilen ve “Kendine yapılmasını istemediğini sen de başkalarına yapma” şeklinde formüle edilen ahlak yasası da Konfüçyüslük, Hıristiyanlık ve İslamiyet’te olduğu gibi, benzer ifadelerle diğer dinler ve kültürlerde de yer almış, medeniyetlere insani karakter kazandırmada etkili olmuştur.

***

Oswald Spengler, Pitirim Sorokin, Arnold J. Toynbee gibi sayısız Batılı büyük düşünce insanları yukarıda değindiğimiz sorunları yüzünden çağdaş Batı’ya güçlü eleştiriler yöneltirler. Bunların hatırı sayılır bir kısmı da sorunların asıl sebebi olarak modern Batı’nın Ortaçağ sonrası aydınlanmasını maneviyattan yoksun bir dünya görüşü üzerine kurmasıyla açıklar. Toynbee, çağdaş Batı uygarlığının bugünkü sorunlarını aşması için, sırtını döndüğü Hıristiyanlıkla barışması, diğer “yüksek dinler”in ve İslam’ın öğretilerinden de yararlanması gerektiğini savunur. Kur’an’ın “Hayır yapanın kurtuluş yolunu kolaylaştıracağız” (Leyl suresi 92/5-7) dediğini hatırlatır. İslâm’ın modern Batı dünyasına, ırkçılık tutumunu ve manevî boşluk psikolojisini yenmek için faydalı ve önemli etkileri olabileceğini, Müslümanlar arasında ırkçılığın ortadan kalkmış olmasının Batı için de uygulanması gereken bir özellik olduğunu belirtir.

İslam’ın bu teori ve tecrübe zenginliğiyle, günümüz dünyasının küresel sorunlarının çözümüne güçlü katkılar sağlama kapasitesine rağmen, Müslüman ulema ve onların etkisindeki kitleler, Kur’an’ı ve diğer İslâmî birikimi bugünkü sorunlara çareler üreten bakış yerine, yüzyıllar öncesinin şartlarına göre okumayı, anlamayı ısrarla sürdürüyor, böyle bir dinî öğretim veriyorlar. Oysa günümüz Müslüman âlimleri, münevverleri, hem kendimizin hem de dünyanın selameti için, modern Batı’nın ürettiği dünya görüşünün boş bıraktığı manevi ve ahlâkî alanları dolduran, çağdaş sorunları çözücü, ihtiyaçları karşılayıcı uluslararası siyaset, uluslararası ilişkiler, uluslararası hukuk… teorileri üreterek insanlık hayatına paha biçilmez katkılar sağlayabilirler. Bunun için gerekli olan –tek değilse de- ilk şey, kendi kaynaklarını, kültür ve medeniyet birikimini bu gözle, bu niyet ve amaçla okumaktır.

Bu okuma bize mevcut beşerî bilgi birikimini, İslâmî kaynakların içerdiği ilkeler perspektifinden ve -hadiste buyrulduğu gibi- “insanlık yararı” açısından değerlendirmeyi de mümkün kılacaktır. Böylece eski devirlerin şartlarında üretilmiş olup hem bu çağın Müslümanları için hem küçülen dünyamız için zararlı olduğu görülen geleneksel dârulislam-dârulharb, hilal-haç, Müslim-gayrimüslim zıtlığının oluşturduğu çatışmacı ilişki biçimini sürdürmek yerine, işbirliği ve barış temelinde yeni bir ilişkiler teorisi oluşturulabilir. Batı-merkezci bir dünya düzeni alternatifsizliğine de son verilebilir.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (16)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.