Sosyal dayanışmacı din olarak İslam

Mustafa Çağrıcı

RAMAZAN YAZILARI

İslam dininde, sefalet ve açlık üreten derin ekonomik eşitsizlikler, kesinlikle ortadan kaldırılması gereke bir zulümdür. Buna yol açan bütün işler ve ilişkiler –hangi kılıf altında sunulursa sunulsun- gayrı meşrudur ve haramdır. Anlamına ve mesajına yakışır içtenlikle oruç tutan bir toplumda bu durum İslam’ın öğretisiyle uyuşturulamaz, böyle bir durumun oluşmasına izin verilemez. İslam Peygamberi, Kur’an’ın yol göstericiliğinde yeni bir toplum inşa etmekteydi ve o toplumun, üyeleri arasında böyle bir duygu ve dayanışma paylaşımının bulunduğu bir toplum olmasını hedefliyordu. Bugün dahi milletimizin dünya toplumları arasında hayırseverliğiyle öne çıkması, kanaatimce o Peygamber idealinin bir pratiğe yansımasıdır.

Râgıb el-Isfahânî bundan bin yıl önce, başlığını Dinin Erdemlerine Giden Yol diye çevirebileceğimiz bir kitabında “Allah’ın iki elçisi vardır; ilki içimizdeki elçidir ki o akıldır; ikincisi dışımızdaki elçi olup, o da peygamberdir” demişti. Râgıb aklı ilk saymasını da şöyle açıklar: Çünkü peygamberden yararlanmamız ancak akılla olur. (Müslüman toplumların şimdiki halleri bunun şahididir.)

Toplu yaşayan başka canlılar da var. Fakat yalnız insanoğlu toplu yaşamaktan diller, kültürler, uygarlıklar üretmeyi başarmıştır. Bunun da sebebi, önce akıl sahibi olması, sonra da peygamberlerin getirdiği vahiylerin yol göstericiliğinde akıllarını kullanıp elde ettikleri maddi ve manevi değerlerini birleştirmeleri ve sürekli yeniliklerle gelişebilmeleridir. Eğer Râgıb’ın dediği iki imkân, yani akıl ve peygamberlik/vahiy olmasaydı, insan toplulukları herhangi bir hayvan topluluğu olarak kalırlardı.

Bu iki kaynak (akıl ve vahiy), toplumsal hayata katılan bireylerin ve grupların karşılıklı olarak bazı haklarının ve sorumluluklarının olduğunu öğretir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu dayanışma için ‘teâvün’ kavramı kullanılır; ‘sosyal dayanışma’ diye anlayabiliriz. Bencillik ve çıkarcılığın yaygın olduğu, dolayısıyla özellikle ekonomik dayanışmanın bulunmadığı toplumlarda bireylerin varlığı ve mutluluğu tehlikeye düşer, bu da toplumsal sıkıntı ve çatışmalar üretir. İslam dininde bu gerçek göz önüne alınarak kişilere ve toplumsal kesimlere zekât gibi bazı somut görevler yüklemiştir.

***

Fahreddin er-Râzî’nin ünlü tefsirinde kırk defa tekrar ettiği, benim de sıklıkla hatırlattığım üzere, Peygamberimiz İslam’ın bütün buyruk ve yasaklarını şu iki ilkeye dayandırmıştır: 1. Allah’a inanıp kulluk etmek; 2. Allah’ın yarattıklarına şefkat ve merhamet etmek. Bunların ilki, ikincisinin hiçbir çıkar gözetmeden yalnız Allah için, O’nun buyruğu olduğu için yapılmasını, dolayısıyla tam ahlâkî olmasını sağlar. Bu sayede sosyal dayanışma ve paylaşma, bencil ve çıkarcı duyguları aşarak doğallık ve olağanlık kazanır. Hz. Peygamber, muteber kaynaklarda yer alan bir hadislerinde, inşa etmek istediği Müslüman toplumdaki bu doğallık ve olağanlığı şöyle bir benzetmeyle ifade etmişlerdir:

“Müminler, aralarındaki karşılıklı ilgi, sevgi ve merhamet bağları bakımından, bir organı hastalandığında diğer organlarının da acı çekip uykusuz kaldığı bir bedene benzerler.”

İslam Peygamberi, Kur’an’ın yol göstericiliğinde yeni bir toplum inşa etmekteydi ve o toplumun, üyeleri arasında böyle bir duygu ve dayanışma paylaşımının bulunduğu bir toplum olmasını hedefliyordu. Bugün dahi milletimizin dünya toplumları arasında hayırseverliğiyle öne çıkması, kanaatimce o Peygamber idealinin bir pratiğe yansımasıdır.

***

Milyonlarca yıl öncesine gittiği söylenen insanlık geçmişinin çok az bir kısmı bilinmekte olup, bu bilinen zaman içinde ekonomik farklılıklar hep var olmuştur. O nedenle diğer dinler gibi son ilâhî din olan İslam da inananlarına bu farkı tamamen ortadan kaldırmak gibi ütopik bir hedef göstermez. Gerçekleşmesi mümkün olan dengeli ve hakkaniyetli bir paylaşım sağlamayı, bağlılarında böyle bir sorumluluk bilinci oluşturmayı amaçlar.

İslam dininde, sefalet ve açlık üreten derin ekonomik eşitsizlikler, kesinlikle ortadan kaldırılması gereke bir zulümdür. Buna yol açan bütün işler ve ilişkiler –hangi kılıf altında sunulursa sunulsun- gayrı meşrudur ve haramdır. Anlamına ve mesajına yakışır içtenlikle oruç tutan bir toplumda bu durum İslam’ın öğretisiyle uyuşturulamaz, böyle bir durumun oluşmasına izin verilemez.

Yüce kitabımızda cennet ehli müttakiler tanıtılırken, onların dünyada güzel davranışlı kimseler (muhsinîn) olduğu belirtilmekte ve “Onların mallarında muhtaç ve mahrum durumda olanların hakkı vardır” denilmekte (Zâriyât 51/19); fakirlere bu haklarının incelik ve güzellikle ödenmesi gerektiği bildirilmektedir (Bakara 2/263-264).

Dikkat edilirse, İslam’ın bütün ibadetlerinin icra ediliş biçimlerinin arkasında böylesi toplumsal güzellikler ve incelikler kolaylıkla görülür. Bu ibadetlerin mal ile ilgili olanlarının başında da zekât gelir. Bunu bir sonraki yazımda ele alacağım.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (36)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.